17 Ekim 2011 Pazartesi

KÖYDE BİR SONBAHAR

Kuruyan dallar,dökülen yapraklar;mevsim sonbahar...
Köy yolunda sonbahar
         Hem mevsim sonbaharını hem de hayatının
sonbaharını yaşayan köy
At ve kedisi ile köy yokuşu
İnsanına hasret kalmış taş yokuşlar...

Kimler geldi kimler geçti ; yarısı yok bu taşevde kimbilir...
Taş ve teneke ev; penceresinde ayva ,
nar hevenkleriyle kışa hazır...
Sonbaharın olmazsa olması çınarı  ;
sonbahar en çok ona yakışır...

Köy mezarlığı;konukları  derin uykuda ...Düşen yapraklar sarmış,sarmalamış...
                        Düşen her yaprak neleri neleri hatırlatır...

        Gençlik yıllarımız hep bahar hızıyla geçti. Adı ister ilk ister sonbahar olsun;yeter ki bahar olsun dercesine. Her sonbahar gelişinde çocukluk ve gençlik yıllarımda sonbaharı nasıl geçirdiğim gelir aklıma...Sararan yapraklar,sonra düşen yapraklar sonbahar böyle gelirmiş farkına varamazdık belki de .

       İlkokul öğretmenimiz "çocuklar! yaprak kolleksiyornu yapacağız,yaprak getirin." Mevsim şerdini önümüze koyar tek tek söyletirdi: İlkbahar, yaz, sonbahar ,kış. Dergi ve kitaplarımızda "sonbahar" üniteleri olurdu. Bol resimlerle sonbahar anlatılırdı :Caddede sonbahar, evde sonbahar bahçede sonbahar ,köyde sonbahar gibi...Evde sonbahar resimlerine bakmayı çok severdim; odun, kömür taşıyan babaya çocuklar yardım eder .Mutfakta anne reçel kaynatır, turşu kurardı. Türkçe kitaplarımızda  sonbahar ;köyde bağ bozumu,pekmez kaynatma,bulgur yapma,değirmende un öğütme gibi konularda öykülerle anlatılırdı. Sait Faik'in " Karanfiller ve Domates suyu" öyküsü nasıl unutulur.. Müzik dersinde"kestane gürgen palamut ,altı yastık üstü bulut"sözleriyle başlayan sonbahar şarkımızı hiç unutamam. Resim dersimizin konusu sonbahar;hemen bir ev yanına bir ağaç çiziverirdik. Yaprakları hep sarı olurdu; sonbaharı sadece sarı renk bilirdik. Sonbaharda pazar resmi yapmak çok hoşumuza giderdi; ayvalar, narlar hemen göze çarpardı yaptığımız resimde...

       Lise yıllarımızda bir başkadır sonbahar. Edebiyat öğretmenimiz divan edebiyatındn bir şiir okur; dinlerken düşen yaprağın ,esen yelin sesini duyardık sanki. Kulağımız öğretmende ,gözlerimiz pencereden görebildiğimiz salınarak yere düşen çınar yaprağında olurdu. Başımızda kavak yelleri esmeye başlamış demekki...Kompozisyon  dersinde illaki sonbahar tasviri yazmamız istenirdi. Yazamazdım ben öğretmenin istediği gibi. Pencereden çınar yapraklarını dalgın dalgın seyretmekle olmuyordu...

       Derken ilk gençlik yılları geçivermiş mevsimler mevsimleri kovalamış olamamışız farkında...Ta ki yaş otuzbeş oluncaya kadar. Cahit Sıtkı''dan mı aklımıza geldi nedir. Yolun yarısını devirdiğimizden mi...Sonbaharın farkına varmaya başladık. Ben foğoğraflarda görüntülediğim köy yolu yakınıdan ilçeme, okuluma gelip giderken farkına vardım. Onbeş km uzaklıkta sekiz yüz metre yükseklikteki ilçeye tırmanırken doğanın değişimine tanık oldum; uyanışına ve soluşuna...En çok da sonbaharına sevdim sarıdan kırmızıya ,turuncudan kahverengiye dönüşen yaparaklara bakarak. O zaman söylemişimdir; şimdi şair olmak, ressam olmak vardı diye...Seviyorum sonbaharı ömrümün sonbaharı olsa da, kışına yaklaşsa da...

Arzu Sarıyer

12 Ekim 2011 Çarşamba

DENİZLİ DESTANI

      

        Nerelisin dediklerinde son yirmi yıldır Egeliyim diyorum .Onsekiz yaşında doğup büyüdüğü şehirden ayrılanlar için bir şehir söylemek güç oluyor.Yüksek öğrenim için gittiğim şehir ikinci memleketim olmuş,İzmir. uzun yıllar görev yaptığım şehir (İlk görev yeri) üçüncü memleketim olmuş,  Afyonkarahisar .Son görev yerimde yirmi yıldır yaşıyorum dördüncü memleketim olmuş ,Denizli . Bedri Rahmi Eyüboğlu başlıklı yazımda doğduğum şehir ve yaşadığım şehir için Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun iki destanını yazacağımı belirtmiştim. Nazilli Destanı doğup büyüdüğüm şehrin destanı idi.  Denizli Destanı yaşadığım şehrin destanı...
                                 


 DENİZLİ'YE SELAM
Her horoz kendi çöplüğünde
Denizli horozu her yerde öter
Ne güzel dağların var Denizli
Mavi,mavi yeşil yeşil tüter

Horozun hakkını horoza verelim
Dağların hakkını dağlara
Algözüm fırçayı paleti ele
Gidip şu dağlarda tezgah kuralım

Ne güzel dağların var Denizli
Sana denizli değil dağlı demeli dağlı
Dağlar hey'...Yiğit dağlar.Yüce dağlar
Koptukları yerden bulutla bağlı

Ne güzel dağların var Denizli
Gökyüzüne dikilmiş bir deniz dersin
Köpük köpük,çakıl çakıl
Dolansın dolansın dolansın
Dolansın durguna tırmansın akıl
Burgu olsun buram buram burulsun
Barut olsun binparçaya bölünsün
Tünel olsun kara kara delinsin

Ne güzel dağların var Denizli
Dağlarını dilim dilim dilmek isterim
İçersinde ne var ne yok bilmek isterim.

Bedri Rahmi Eyüboğlu Sabır ile Koruk(Sayfa 317)



        "Sabır ile Koruk" kitabındaki makalesinde Bedri Rahmi Eyüboğlu yukardaki dizelerde  Denizli dağlarına hayranlığını dile getirir: "...Bu dağları ancak uzaktan seyrettim.Dağ köylerininden hiç olmazsa bir tanesini görmek isterdim.Civarda yalnız Pamukkale'yi görmek nasip oldu.Pamuğun fabrikası Nazilli'de ise kalesi de burada....Güzel güzel çağlayayarak birden bire taş kesilen bir çağlayan tasarlayın. Pamukkale'de kaynayan sıcak suyun  tortusu işte böyle bir mucizeyi başarmış.Yavaş yavaş akıp giderken işi heykeltıraşlığa dökmüş.İki stadyum boyundaki boşluğu dantel gibi örüp çıkmış...."


         Denizli'de üç dört gün kalan Bedri Rahmi Eyüboğlu 1953 yılı şehir merkezinden de övkü ile söz eder"Denizli sokaklarında dolaşmak bir zevk. Her evin duvarlarına kulağını daya, bir su sesi. Bir su şırıltısı.bir küçük derenin şarkısı......"
         
          Denizili köylerine göremediğine üzülen Bedri Rahmi Eyüboğlu:
      "Denizli'nin köylerini göremedim diye üzülürken,eksik olmasınlar köylüler Denizli'ye kadar geldiler.Anadolu'da eşine az rastladığım bir pazar kuruldu. Köylüler pazara akın ettiler.Bir turist gözü ile Denizli pazarı bir ziyafetti.Bir ressam için bulunmaz bir nimetti. Ama Denizli   pazarını dolaşırken ne turistliğim kaldı, ne ressamlığım!"

DENİZLİ DESTANI
Her horoz kendi çöplüğünde
Denizli horozu her yerde öter.
Ne güzel dağların var Denizli
Mavi mavi yeşil yeşil tüter
Horozun hakkını horoza
Dağların hakkını dağlara verelim.
Al gözüm kınalı paleti ele
Şöyle ressam gözüyle seyredelim

Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
Sittin sene beklemiş durmuş ressamını, yazarını
Ama bizler bu yurdun aydın geçinenleri
Elimize kağıt kalem geçer geçmez
Evvela Galata’ yı çekmişiz sineye sonra Şişli ’yi
Gözüm kör olsun duydumsa                 
 Minicik horozlardan başka kimseden Denizli’yi
Dostlar günahı vebali boynunuza
Öyle lök gibi oturmuş kalmış
Öylesine saplanmış kalmışız ki İstanbul’a
Bir türlü atlayıp kalemin sırtına
Üsküdar’ı aşamamışız
Zeybeğini oynamış, Zeynebini söylemiş
Horonunu tepmişiz Anadolu’nun
Halayını çekmişiz ama
Çilesini çekmeye yanaşmamışız.

Al gözlüm seyreyle Denizli pazarını
Bursa’da, Gönen’de, Çorum’da
Artvin’de görmedim benzerini
Pazar dediğin böyle kurulur
Şehrin ortasına allı pullu
Uçsuz bucaksız bir kilim serili
Kilimde kaç çeşit nakış varsa
Bal olur, petek olur, bakraç olur
Bebek olur, beşik olur, dizilir
Develer geçer ağır ağır,
Bir çıngırak sesidir
Erir şeker gibi.
Sırım gibi delikanlılar salınır
Bir bolluk, bir bereket, bir bayram havası eser
Göz doyar doymasına yürek burkulur
Hepsi hoş, cana yakın bizden ama
Bu ortaçağ kokusu nedir?
Adını bilmediğim bir yerlerde
Ey Gaziler türküsü söylenir
İçimde bir şeyler devrilir, burkulur, sızlar
Amanın beş yüz yıl önce de
Tıpkı böyle kurulurdu bu pazar.
Tıpkı böyle çömelirlerdi toprağa
Al topuklu beyaz kızlar.

Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
Akla hayale sığmayan şeyler koyun koyuna
Dünümüz, bu günümüz, yarınımız
Kırmızı biberinden tut plastik kemerine kadar
Çalısı, çırpısı, bakracı,
Balıyla
DDT’si, bit tozu, naylon peştamalıyla
Bir yanağında sarı sıtman
Bir yanağında alıyla
Ammesi, mevludu
Mızraklı, mızraksız ilmihalıyla
Zaloğlu Rüstemi,
Jack London tercümesi
Seksoloji mecmuasıyla
Tarzan’ı, Truman’ı
Kel hocası, kör hacısı
Kürd imamı, kurt yobazıyla
Varımız yoğumuz,
Köyümüz künyemiz karşında
Al gözlüm seyreyle Denizli pazarını
Halep de burada arşın da

Al gözlüm seyreyle denizli pazarını
Bir yanda tulum peynirleri tıklım tıklım dolu
Hala münasip taraflarında sallanır durur
Dananın kuyruğu
Lezzetli olmasına lezzetli mübarek peynir
Ama bir güzel tıraş edilmezse saçı sakalı
Zor yenir yutulur.
Peynir tulumlarının üstüne bir ip gerilmiş
İpe mandallarla resimler asılmış

Al gözüm seyreyle dünya güzelini
Haspam yarı çıplak yatmış uyumuş
Bastığı yerleri güller bürümüş
Güzelin yanı başında Fatih çekmiş kılıcını
Sonra müşir üniformasıyla Atatürk
Gözleri çakmak çakmak
Bir savaş alanı
Mehmetçik sermiş düşmanı yere
Almış hıncını
Daha sonra İnönü, Çakmak, Bayar
Derken sinema yıldızları, kovboylar.
Resimli türküler
Türkülü resimler
Şarkılar
Bir elinde hıyar nazik nazik soyar
Dağdan kestim kereste
Kuş besledim kafeste’ler
Naylon güftelere plastik besteler

Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
Bir kilim, bir heybe, bir nakış
Dünyada eşi emsali görülmemiş
Bu ne sabırdır Allahım, bu göz nuru nedir?
Amman nakış deyip coşma Mernuş
Sittin sene önce de aynı kilim, aynı heybe, aynı örgü
Aynı tezgahlarda böyle dokunurmuş
Yine aynı yün, aynı iplik, aynı tezgah, aynı eller
Ama aradan neler geçmiş, neler geçmiş, neler ...

Al gözüm seyreyle Denizli pazarını
En güzelle en çirkin
En fakirle en zengin
En uzakla en yakın
İç içe, göz göze, diz dize
Nasıl anlatırım hepsini size
Dal gibi dalyan gibi kızlar gördüm
Çivi gibi delikanlılar
Yüzlerinde sevinç, umut, sağlık taşan insanlar gördüm
Tepeden tırnağa nakış içinde her şeyleri tamam
Sonra çocuklar gördüm çocuklar
Taş çatlasa anlatamam
Bir emzikli ana gördüm on dört yaşında
Hangi dert hangi acı yakmış kavurmuş
Bir delikanlı gördüm kördüğüm olmuş
Vakitsiz harmanlar gibi savrulmuş

 İnsancıklar gördüm yaşları belirsiz
Çocuk mu? Ana mı? Gelin mi?
Ömrünün sonunda mı ,başında mı?
Yedi yaşında mı, yetmiş yaşında mı?
Hele bir tane gördüm ayan beyan sıtmalı
Gözlerinde ölüm vardı
Ölüm gözlerinin dibinde
Kuyuya düşmüş bir bakraç gibi parlardı
Bir yamalı bohça sırtında mezarı
Azrail boynuna takmış hızarı.

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU