24 Kasım 2009 Salı

ÖĞRETMENİM

ÖĞRETMENİM



       24 Kasım Öğretmenler Günü. Günümüzde, hemen her günün bir özelliği var. Hemen her mesleğin de yılda bir gün de olsa günü. Takvim yaprakları; o günü, şu günü, bu günü, günlerden geçilmiyor. Güzel bir duygu ve düşünce, bir gün de olsa anmak anımsamak, düşünmek düşünülmek. Gün etkinlikleri içinde sık sık, “Bir günde olmaz; her gün önemsenmeli, sayılamalı, düşünülmeli vesaire, vesaire…” Ertesi gün çoktan unutulmuştur. Unutulması doğaldır, o gün bir başka önemli gündür. Günler günleri kovalar yıl boyunca.
       24 Kasım 1981’den beri kutluyoruz Öğretmenler Günü’nü. Yüce Atatürk'ün, Millet Mektepleri Başöğretmeni olduğu gündür bugün. Büyük önderin biz öğretmenlere önderlik ettiği gündür. “Asker olmasaydım, öğretmen olurdum!” sözüyle, öğretmenlik mesleğini önemsediğini ve onurlandırdığını görüyoruz.
       Yaşantımızın her bölümünde öğretmenlerimiz vardır. Bir günde anılıp, sayılıp ertesi gün unutulamazlar. Anımsanır, anımsatılır.
       Ben de anımsamalar ve anımsatmalar yapmak istiyorum, otuz birinci yılını devirmiş bir öğretmen olarak. “Hâlâ çalışıyor musunuz?” sorusunu duyar gibiyim. Bir büyüğüm, “Öğretmenin emeklisi olmaz,” dedi. Doğru söyledi. Emekli, olamadım. Kocaman toplum okulundayım, öğrencilerim o kadar çok, o kadar çok ki. Otobüste, durakta, mağazalarda hemen her yerde tanıdık bir ses geliyor kulağıma. “Öğretmenim, beni hatırladınız mı?” Hatırlamaz mıyım, hep aklımdasınız. Bu ses yetiyor, en güzel armağan geliyor bana. Ne hamasi nutuklar, ne tutulmayacak sözler, ne de içtenliksiz saygı ve sevgi gösterileri. Bu ses kadar etkileyemez beni.
       Öğretmenlik insan sevgisiyle olur. Eğitim denilen hamuru, öğretmen sevgiyle yoğurur. Öyle güzel yoğurur ki şekilleri, çok güzel olur, çok da iyi pişer. Arada tekneden taşanlar olur, tekneye sığamazlar. Öğretmen, onları hiç mi hiç unutamaz.
       Ege’de bir tiyatro köyü var, yetmiş altı yıllık. Benim bildiğim ilk ve tek tiyatro köyü. “İzmir-Bademler.” Bu köy halkı, babadan oğla, anneden kıza tiyatro yapıyorlar. Ben onlara, sevgili yönetmenleri Sayın Haluk Işık, tarafından tanıştırıldım. Bu sezon oynadıkları oyun, “Ölü Kadınların Şarkısı.” Sekiz değişik meslekten kadın oyuncu. Adı amatör, ama bana göre profesyonel tiyatro yapıyorlar. Yaşadığım bölgede bir kültürel etkinlikte davetlimizdiler. Onları almak için köylerine gittim. Dönüşte bir mola yerinde çay içiyorduk. Masaya orta yaşın üzerinde, bembeyaz saçlı kibar bir bey geldi. Orta yaşa yakın oyuncu hanımlardan birine, “Siz Bademler Köyü’nden, ... adlı, …soyadlı öğrencimsiniz!” Bir anda yanıt veremedi öğrencisi. Saniyeler saniyeleri kovaladı ve ok gibi fırladı yerinden. “Evet, evet öğretmenim!” diye haykıran bir ses. “Nasıl anımsadınız öğretmenim?” “Nasıl unuturum,” dedi öğretmeni. “Bir gün okulda müfettiş vardı, bizim sınıfı teftiş ediyordu. Sınıfa bir soru yönetmişti, “Niçin köyünüzde cami yok?” diye. Sen de “Bizim camimiz yok, ama tiyatromuz var!” demiştin.”
       İşte tekneye sığmayan, taşan bir öğrenci. Öğretmeni onu unutur mu hiç?


23 Kasım 2009 Sarayköy
Arzu Sarıyer

21 Kasım 2009 Cumartesi

BİR DEMET YASEMEN

       Gül, sümbül, leylak, karanfil, nergis… Daha birçok çiçek, doğanın en güzel renkleri. Onlarsız bir yaşam ne kadar tatsız, kokusuz ve renksiz… Hemen hepsini çok seviyorum, ama ille de yasemin diyorum. Nedenini de tam bilemiyorum. Kendimi bildim bileli seviyorum ben yasemini. Adı, şekli ve kokusu...


       Yaz çiçeğidir yasemin. İlkbaharda tüm doğa, yeşilliğine bürünürken o da uç verir, tomurcuk verir. Önce yapraklar, incecik dallarda sıra sıra dizilir. Hani ince uzun boylulara , “Fidan gibi,” deriz ya, yaseminin yetiştiği yörelerde de “yasemin çubuğu gibi,” denir, narin ince genç kızlara. İncecik narin mi narin. Yaz sıcakları arttıkça, çiçekler açmaya başlar usul usul. Gündüzü sevmez yasemin, o sıcaklarda kokusunu duyuramaz kimseye. Akşamları canlanır. Güzelim kokusunu yayar da yayar sabaha kadar. Tüm bahçeyi, sokağı, birkaç sokak öteye sarar kokusu. Kendini göremeseniz de kokusunu uzaktan, çok uzaktan duyarsınız. Narin beyaz çiçeğine burnunuzu dayadığınızda, doyamazsınız koklamaya.


       Bu koku alıp götürür sizi bir yerlere. Beni bu yaz götürdü bir yerlere. Nereye biliyor musunuz? Kırk yıllık aile dostumuz, öğretmenim ve sevgili Hürriyet Ablama. Bu yaz, Kuşadası’nda bir dost ziyareti için karayolundan ayrılıp sitelerin yoluna saptığımızda, önce mis gibi yaseminimin kokuları geldi. Bir baktım ki yaseminim bahçe duvarından bana bakıyor, tüm güzelliği ile... Dayanmadım, hem koklamak, hem de fotoğrafını çekmek istedim. İzin almak için başımı kaldırdım ki orta yaşın biraz üzerinde yaseminler kadar zarif bir Bayan.”Tabi ki koklayabilirsin, çekebilirsin,” diyor. Bu ses bana yabancı değil ama nereden? “Nerelisiniz?” diye başlayan soru ve yanıtlar, doğup büyüdüğüm topraklara okuduğum okullara ve kırk yıldır görüşemediğim güzel insan Hürriyet Ablamı buldurdu. Yirmi beş yaşındaki haliyle hayalimdeki güzel ablam ve öğretmenim şimdi annene ve babaanne. Nasıl anımsamam çocukluğumda örnek aldığım birkaç kişiden biri. Güzel yaseminim seni nasıl sevmem...(Fotoğrafını gördüğünüz o yaseminlerdir.)

       Narin beyaz çiçekler, yazı bitirir, sonbaharı da bitirir, o güzel kokularıyla. Narin, ince dalları kışın çiçeksiz yapraksız dalar kış uykusuna yatar, gelecek baharın ve yazın güzel düşleriyle. Bize de Zeki Müren’in, “Bir demet yasemen, aşkımın tek hatırası,” şarkısını söylemek düşer, geriye kalan hoş sedada...


21 Kasım 2009
Arzu Sarıyer