21 Eylül 2014 Pazar

Bedri Rahmi Eyüboğlu



Saygı ile...

ZINDANI TAŞTAN OYARLAR 

Sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğitimden kötü haber verirler
Demirden döşeği taştan sedirler
Yatak diken diken yastık batıyor
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Bir şubat gecesi tutuldu dilin
Silaha bıçağa varmadı elin
Ne ana ne baba ne kız ne gelin
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Ne bir haram yedin ne bir cana kıydın
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydin
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Döşek melil mahzun yastık batıyor

Mezar arasında harman olur mu
onüç yıl hapiste derman kalır mı
Azrail aç susuz canın alır mı
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Döşek melil mahzun yastık batıyor

Zindanı taştan oyarlar
İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğitim aman böyle bilenir
Döşek melil mahzun yastık batıyor
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Dilimde dilimi bulduğum, gücüne kurban olduğum
Anam babam gibi övdüğüm
Dayan aslan ustam yiğitim dayan
Dayan hey gözünü sevdiğim
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğitimden kötü haber verirler

Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmak'çasına bizimsin
En büyük demircisi dilimizin
Canımız ciğerimizsin

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin'dedir
Bütün hışmıyla dilimiz
Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin'dedir
Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla
Bir yanı nur içinde tertemiz
Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin'dedir
Bütün hışmıyla dilimiz
Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir


Bedri Rahmi Eyüboğlu 




Bedri Rahmi Reis Yüz Yaşında / Mehmet Başaran
“Anadolu’nun tarihi, halkının tarihidir” diyen: bilgiyle, bilinçle, dört elle Anadolu’ya sarılan Sabahattin Eyüboğlu, çok yönlü kişiliğiyle, aydınlanma savaşımımıza ivme kazandırmıştır. Tercüme Bürosu Başkanlığı, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğretmenliği, Tonguç’la omuz omuza çalışmaları... Evet, o bir köy Enstitüsüdür:
Bakarsın Montaigne’dir kendini açıklar
Nâzım’dır, söyler yiğit şiirini
Rakı içer Tonguç’la akşamları
Taş kırar, yol döşer, sabahlara dek
Erdirir başakları, sevinci
Bilge toprağı Anadolu’nun
Ona göre Köy Enstitüleri, gerçekten Türk yaratıcılığının dünya eğitimine özgün bir katkısıdır. Anlamayanlara, “geçmişte kaldı” diyenlere şöyle diyordu işin özünü:
“Köy Enstitüleri, bu memlekette kurulmuş kurulacak halkçı, gerçekçi, ilerici, sözcüğün tam anlamıyla ulusçu kurumların başında gelir. İlkin bu kurumlarda, öykünmecilikten kurtulmuş, çağcıl dünya görüşüyle, kendi koşullarımıza uygun, varlığımızın köklerine giden bir yol bulmuşuz. Tüketici okuldan, üretici okula geçmişiz. Ezberciliğin yerine; yaşayan, yaşatan bilgiyi koymuşuz. İnsanoğlunun seve seve, sevine sevine de çalışacağını; işe koşacağını kanıtlamışız; işçilikle öğrenciliği birleştirerek, her ikisini de angarya olmaktan kurtarmışız. Toprağımızı, halkımızı uyandırmaya başlamışız.”
Hasanoğlan’ı, yirmi birinci yüz yılın insanını yetiştirmeyi amaçlayan bir bilimyurduna dönüştürme çoşkusunu yaşamaktadır.
Kardeşi ozan, ressam Bedri Rahmi’ye şu mektubu yazar:
“Canım Kardeşim,
Muallayı (mimar) Hasanoğlanın Yüksek bölümüne yerleştirip geldim. Olgun ve pürüzsüz bir sevinç içindeyim. Bu mektubum, belki senin hayatını da büsbütün değiştirecek:
Eren’in, senin ve Mehmet’in Hasanoğlan Köy Enstitüsüne yerleşmenizi öneriyorum.
Olumlu gerekçe:
1- Sana ve Eren’e, ayrı ayrı iş,
2- Maaşınızdan başka, güzel bir ev ve enstitüden yemek,
3- Mehmet’e büyümek için, temiz bir doğa, bol besin, doktor, öğretmen, eğlence.
4- Sanatınız için vakit, araç, huzur.”
Sonra ayrıntılara geçip ballandıra ballandıra ortamı anlatıyor.
Bedri Rahmi Hasanoğlan’a yerleşmese de, Enstitü, onun yüreğine yerleşir. “Merhaba Reisler” deyip, rüzgârıyla girdiği ortama, Enstitüleri de götürüyor, türkülerle yunmuş arınmış diliyle, coşkusunu dillendiriyor:
Şu dağın başında bir top gül vardı
Eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı
Kırk bin köyde kırk bin umut
Kırk bin köyde kırk bin tomurcuk
Kırk bin adet meyveye durmuş fidan
Köy okullarımıza nasıl kahpece kıydılar anlatamam
Hey gidi mangal yürekli Tonguç Baba
Köy okullarımızı kilim misali ilmek ilmek ören
Adını kaç aydın koydu acaba
Mangal yürekli Tonguç Baba
Sana Anadolumun her yanından
Kekik kokan, keklik kokan, Cevat Şakir işi
Kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba!
Bir mangal yürekli Tonguç Baba yetmedi bre şahin aman
Bir Tonguç Baba daha
Nisan Haritası adlı destan denememi bağrına basmış, ustaca resimlerle (halay çekenler, Enstitülü başı, pelerinliler) dizeleri havalandırmıştı.
Bedri Rahmi de “Abey” Eyüboğlu gibi, kendi alanında bir Köy Enstitüsüydü.
Köy Enstitüleri, kazmayı toprağa derin vurmuş bir ekin kirizmasıydı: Türkülerimiz, oyunlarımız; dilimizin güzellikleri ortaya çıkıyor, tüm yurt yüzeyine yayılıyordu. Bedri Reis ressamdı, Anadolu’nun taşından, toprağından sürüp geliyordu nakışları. Ozandı, içine insan kokusu sinmiş dizelere vurgun şiiri de, resmi de kıpır kıpırdı. Reisin ilk kemençe sesiyle horona duracaklardı nerdeyse.
Kökü ondaydı mavi asmanın
Gecenin şarabıydı içtiği tastan
Köylü bir acıyı oyardı duvarlara
Halkın yüreğinden sürerdi nakışları
(Bedri Rahmi için Bozlak)
Nâzım’la doluydu Reis. Sevgilisine “Türkçe kadar güzelsin” diyen büyük şairi Fransızlar “Abey”in çevirinden okumuşlardı. Kuşkusuz takma adla yapılmıştı çeviri.
Sonra kendi şiirini okuyordu yüreğini katarak:
Ne bir haram yedin ne cana kıydın
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydin
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor
Döşek melul mahzun yastık batıyor
Kemal Tahir’e Mektuplar’ında Nâzım da, ressam Şair Bedri Rahmi’yi çok sevdiğini vurguluyor. Bir şiir kitabının kapak resmi adlı şiirini şöyle bitirmiştir:
Gül gelir ceylan nazıyla
Yılan gelir kıpkırmızı gözüyle
İnsan gelir ayağının tozuyla
İnsan gelir bir çift sevda sözüyle
Nâzım der ki:
Gelir Eyübün oğlu Bedri
boynu uzun boynu eğri
yeşille kırmızıyla
sırma sırma çiziyle
bir acaip yazıyla” (Vâ - Nû lara Mektuplar)
Ve ekliyordu Bedri Reis:
Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri, dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmakçasına bizimsin
En büyük demircisi dilimizin
Canımız ciğerimizsin
Paris’te, Abidin Dino’nun evinde Nâzım’la, Vera’yla kucaklaşmışlardı. Çektiği filmi izleterek, bizi de Nâzım’la kucaklaştırdı. Son şiirlerini, kendi sesinden dinletti. Yaklaşık iki saat. Reis’in o belgeleri iyi korunmuş olmalı ki, gelini Bayan Hüget, onların gün ışığına çıkmasını sağlayarak, Reis’in yüz yaşını, Nâzımla kutladı.
Reis, yüz yaşında diyoruz ama, şiir yaşlanır mı, resim yaşlanır mı? Açın Dol Kara Bakır Dol’u, açın Canım Anadolu’yu, açın Kardeş Mektupları’nı. Reis; sesi soluğu, yaşama sevinci, çoşkuyla karşınızda. İmeceye, horona hazır...
Reis’in işi, yaşamak; yeni güzellikler katmak. Yaşamak, ne mi yaşamak: Mavi Yolculuk... Gökyüzüyle, denizle toprak anayla kucaklaşmak
Erimek belirsizce her şeyde
Karışmak sulara yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menevşenin
Yanmak damar damar nefes nefes
Yaşamak tükene tükene
Bir roman yazmayı düşünüyordu, “Saat Yazıyor” olacaktı adı. Hızla geçiyordu zaman, zerresini ziyan etmeden soluk soluğa, canı yağmalarcasına yaşamalıydı. Yaradanla, senli benlidir, içini olduğu gibi açar, ona takılır, hatta pazarlık eder:
Cansız neme lazım cennet
Sen bana canımı terket
Kara toprak bin bereket
Evet, Bedri Reis, “Abey”in deyimiyle Bedros, yüz yaşında ama, hep genç, hep kıpır kıpır, coşkulu, yaşam horonunda. Aklı, hep daha güzel, daha insanca bir dünyada. Her gün ‘Merhaba Reisler’ diye sesleniyor hepimize ama, gidişi beğenmiyor, iki eli yakamızda:
Selam
İle
Haram
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya
Kalanlara haram olsun
Abey Hasanoğlan’da, Mimar Mualla Eyüboğlu Yapı Kolu başkanı Mustafa Eyüboğlu Arifiye’de tarım öğretmeni, eşi Arifiyeli... Yani gelin ve Bedros Enstitülerle sarmaş dolaş bir enstitü...
Yüz yaşındaki Bedros’a Cevat Şakir işi kınından çekilmiş gibi bir Merhaba...
* Mehmet Başaran ın Bedri Rahmi Reis Yüz Yaşında başlıklı yazısı Ahmet Miskioğlu yönetimindeki Türk Dili Dergisi nin 147. sayısında yayımlandı..

10 Eylül 2014 Çarşamba

Beyaz Ölüm Kuşları





sonra bir gün anneler de ölür
böcekler ve kertenkeleler ölür
boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür
sonra o gün çocuklar da ölür

biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk

sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
balçıktan bir külçe olan dölleri
en iri elleriyle kepçeliyen
ve biçimliyen
ve hep önce kendiyle biçimliyen
o dehşetli yontucuyu
doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
anneyi o usta nakkaşı
unutmadık

önce anne doğurdu çocuğu acıya
sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
sonra her şey ve herkes çocuktan var oldu

geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
içti ağulu sütünü hayat denen annenin
sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri

böyle vardı bir ırmak kıyısına
anne bir tedirginliktir nerede olsa
bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
- bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günay
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya

ama bir gün anneyle de hesaplaşılır

çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah baba
niye baba

ve bir gün babalar ölür

tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünkü tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı

böylece o gün tanrı da ölür

şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva
yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da

sonra bir gün anneler de ölür

gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek

işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan
yanlarını
kendini üstlemişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek

sen iyilikler ve güzellikler uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat canbazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır

bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan,
bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan,
uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran,
anneyi üreten babayı çoşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan,
bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten,
umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren
güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.

sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni
insanı
var kılan umut
ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
can canı sever ötesi yok bunun çocuk
ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı
hayır'lara evet'lerle direten
çirkini öptüren kötüyü sevdiren
aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
o saygın bir insandır
herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
ama elbette her aşk kendine sorumlu
olunca
bir gün aşk da ölür

ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur
boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostalar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar

işte o gün her şey ölür

şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmalar olur yeniden beyazlara

ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.
"
arkadaş zekai özger

1 Eylül 2014 Pazartesi

EYLÜL







EYLÜL

Eylül, gülleri soldurarak
duyurdu bu yıl kendini
Böyle olacağını bile bile
şaşırttı bizi yinede 

Daha bir demet kır çiçeği
alıp koymadık vazoya
Güller mi unutturdu bize sevinci
yoksa aşındırdık mı kimi duyguları

Şöyle bir akşam
söyleşemedik dostlarla
erkenden kapandı perdeler
yorgun muydu çocuklar da


Her gün yağmalanan
talan edilen sevincimiz
kurudu galiba büsbütün
su yürümüyor dallara

Ama kırpıntı, bir küçük
uç uç böceğinin her nasılsa
konuvermesi balkona
uyarıyor bizi irkilterek

Bu kahrolası tarraka
bitecek gibi değil sokaklarda
Çekip kapıyı çıkmak en iyisi
dalmak caddelere, varoşlara

Belki o zaman eylül
şaşırtmayacak bizi
bulup çıkaracağız çünkü
evrenin öteki yüzünü

Ahmet Telli