Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) 4. Akdeniz Buluşması
Eğitim, Bilim, Kültür Çalıştayı Sonuç Bildirgesi
21-23 Kasım 2014-DENİZLİ
22 Kasım 2014 tarihinde Pamukkale Sevgi Otelde 500 izleyicinin katıldığı, üç farklı oturumda 15 konuşmacının katkısıyla gerçekleşen çalıştayda ortaya çıkan görüşlerin bir sonuç bildirgesiyle kamuoyu ile paylaşılmasına karar verilmiştir.
1)Cumhuriyet ve Mustafa Kemal 1923 Cumhuriyet Devriminde “Aklı Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Kuşaklar” yetiştirmeyi temel almıştır. Devrimci Cumhuriyet, 1923-1946 arası enerjisinin büyük bir kısmını eğitime, öğretmen yetiştirmeye, kültüre ve aydınlanma hareketine vererek ülkenin ortaçağdan çağdaş uygarlığa aydınlık yürüyüşünü başlatmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kadar iç ve dış bazı çıkar çevreleri bu yürüyüşe engel olmaya çalışmış, yakın zamanlarda da ne yazık ki, Cumhuriyetin birçok kazanımı yok edilmiştir. Ancak, aydınlanmaya ve Cumhuriyete gönül vermiş olanlar her geçen gün bilinçlerini ve umutlarını çoğaltmakta, karanlığa karşı savaşımlarını sürdürmektedir. Güneş balçıkla sıvanamayacak, ortaçağa dönmek isteyenlerin hevesi kursaklarında kalacak ve hiçbir güç bu aydınlık yürüyüşün önünü kesemeyecektir.
2)Köy Enstitüleri, bu aydınlık yürüyüşün çok önemli kilometre taşıdır. Köy Enstitüleri “Biz varız, biz yaparız, biz üretiriz, biz başarırız” diyen bir özgüven destanıdır. Anadolu topraklarında insana dair umutların, yaratıcılığın, direnişin öyküsüdür. Köy Enstitüleri, geleceğimizi şekillendirirken Türkiye’nin geleceği için aydınlık bir esin kaynağı ve bilgi birikimi olmaya devam devam etmektedir.
3)Türkiye çok ağır eğitim-kültür sorunları yaşamaktadır. Eğitimin dinselleştirilmesi ve piyasalaştırılması ülkenin önünü tıkamaktadır ve geleceğini karartmaktadır. Laik, demokratik, bilimsel, karma eğitim değerlerinden kopan bir Türkiye asla çağdaş uygarlığa ulaşamaz. Cumhuriyetin 91. yılında Türkiye, akıl ve bilimi temel alan ve eğitimi bir insanlık hakkı olarak gören insan merkezli eğitim politikalarını acilen hayata geçirmelidir.
4)Türkiye Haziran 2015’te seçimlere gitmektedir. Seçimlere giderken ilerici siyaset kurumu özellikle yoksullara ve kız öğrencilere yönelik pozitif ayrımcı eğitim politikaları ve niteliğini tümüyle kaybeden eğitim sistemine yönelik “laik, demokratik, bilimsel” bakışla hazırlanmış bir eğitim reformu taslağını topluma sunmalı ve bu konudaki kararlığını ifade etmelidir.
5)Eğitimin piyasalaştırılması ve kamu okullarının çökertilmesini önlemek için tüm aydınların, yurtseverlerin kamu okullarına, öğretmenlerine sahip çıkması, eğitimin demokratikleşmesi anlamında çok önemli çabalar olacaktır.
6)Türkiye, “Nitelikli Öğretmen” yetiştirme konusunda çok ciddi sorunlar yaşamaktadır. Siyasal iktidar kontrolüne giren ve özerkliğini, özgürlüğünü kaybeden üniversiteler, eğitim fakülteleri nitelikli öğretmen yetiştirme konusunu gündemlerine almamakta, ülkenin özgün öğretmen yetiştirme deneyimlerini günümüze taşıyamamakta ve bu anlamda toplumsal sorumluluklarını yerine getirmemektedirler.
7)Haziran 2014’te 299 Anadolu Öğretmen Lisesi siyasal bir öç alma adına, öngörüsüzlükler adına, ülkenin geleneklerini yok etme adına kapatılmışlardır. Yargıya götürülen bu yanlış karardan bir an önce vazgeçilmesini talep ediyoruz. Bu kararla öğretmen yetiştirmenin ortaöğretimle bağı kopartılırken, orta ve alt gelir gruplarından gelen çocuklarımızın parasız-yatılı okullarda öğretmen olma hakları gasp edilmiştir. Eğitim fakültelerinin en nitelikli öğrenci tabanını kaybederken hiçbir tepki göstermemesi ülkemizdeki üniversitelerin özgürlüklerini-özerkliklerini kaybetmesi, anlamında çarpıcıdır. Öğretmen yetiştirme bir iklim sorunudur. Anadolu Öğretmen Liselerinin kapatılmasıyla Köy Enstitüleri-İlköğretmen Okulları-Anadolu Öğretmen Liseleri geleneğine darbe vurulmuştur. Bu politikaların sonunda Türkiye nitelikli öğretmen yetiştirme kavgasında daha da geri noktalara düşecek ve kaybeden Türkiye olacaktır. Türkiye, öğretmen yetiştirme geleneklerini bilimsel bir pencereden değerlendirerek evrensel pedagojinin kazanımlarıyla yeni modeller üretmeli, “Pedagoji Üniversitesi” önerisini tartışmalıdır.
8)Ülkenin aydınları, demokratik kitle örgütleri, sendikalar her tür aymazlığı, ben merkezliliği aşarak ülkenin aydınlık geleceği adına dayanışma içinde davranmalıdırlar.
9)Türkiye, kültür ve sanat alanında hızla ortaçağa doğru yuvarlanmaktadır. Sanat her zaman yaratıcıdır ve muhaliftir ve muhalif olmazsa, sanat değildir. Sanat ve kültürü, siyasal iktidar istemleri doğrultusunda şekillendiremez. Sanatçının ve kültür adamlarının özgür olmadığı bir toplum demokratik toplum değildir. Türkiye, Cumhuriyetle birlikte yakaladığı özgürlükçü sanat ve kültür ikliminden hızla uzaklaşmaktadır. Bu durum, ülkenin aydınlık geleceği adına umut kırıcı bir durumdur. Toplum sanat ve kültür ikliminden uzaklaştırılarak yavan bir cahilleştirme, niteliksizleştirme sürecine sokulmaktadır. Bu Çalıştay’a katılanlar olarak bu duruma itirazımız vardır.
10) Doğanın ve çevrenin korunması insan olmanın ön koşuludur. Vahşi kapitalizmin çıkarları adına Soma Yırca köyünde altı bin zeytin ağacının kesilmesi siyasal iktidarın yarattığı iklimin bir sonucudur. Çalıştaya katılanlar Yırca köylüleri ile dayanışmaktadır.
11)Soma’da ve Ermenek’te yaşanan kazalar ve can kayıpları bir kader değildir ve asla fıtrat nitelendirmeleriyle de açıklanamaz. Türkiye akıl ve bilimden ve de insanından uzaklaştıkça bu kazalar hep karşımıza çıkacaktır. Vahşi kapitalizmin bilim dışı uygulamalarıyla, işletmeleriyle ekmek parası adına insanlarımız asla ölüme terk edilemez.
12) Son yıllarda artan kadın cinayetleri ülkedeki kadına bakışla ilgili gerici, ortaçağa özgü, cins ayrımcısı, kadını bir kullanım nesnesi olarak gören iklimden kaynaklanmaktadır. Çalıştay katılımcıları olarak kadına yönelik şiddet eylemlerini büyük bir acıyla ve kızgınlıkla izlemekteyiz. Kadın ve erkek doğanın birbirinden ayrılamayan eşit iki cinsidir. Kadının özgür olmadığı, yaşama katılmadığı bir toplum asla özgür ve demokratik bir toplum olamaz.
Çözüm; doğadan, insandan, emekten, kadından, özgürlükten yana olan aydınlık insanlarımızın dayanışmasında, beraberliğindedir. Türkiye’nin çağdaş, demokratik bir hukuk devleti olması adına başlatılan aydınlık yürüyüşündedir. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) olarak 2014 Kasım ayında Denizli’den ülkenin tüm aydınlık insanlarını bu aydınlık yürüyüşe davet ediyoruz.
DENİZLİ’DE AYDINLANMA İMECESİ
Prof. Dr. Kemal Kocabaş
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) 2011 yılından beri sonbaharda şubeleri aracılığıyla “Akdeniz Buluşmaları” düzenliyor. Eğitim, kültür, sanat konularının konuşulduğu paneller, kitap imza ve kültürel gezi ağırlıklı bu buluşmaların ilki 2011 yılında Fethiye’de yapıldı. Sonra sırasıyla Antalya, Mersin ve 21-23 Kasım 2014 tarihleri arasında da YKKED-Denizli Şubemizin ev sahipliğinde Pamukkale’de YKKED-4. Akdeniz buluşması büyük bir katılımla ve coşkuyla gerçekleşti. YKKED-Denizli Şube başkanımız Ayşegül Odabaşıoğlu ve çalışma arkadaşları önemli bir etkinliğe, buluşmaya, bir aydınlanma okuluna onurla imza attılar. Sağolsunlar.
21 Kasım 2014 Cuma günü İzmir’den bir otobüsle 30 kişi ile başlayan gezinin ilk durağı Yenipazar idi. Sakin bir Ege kasabası görünümündeki Yenipazar’da Ulusal Kurtuluş Savaşının önemli adı “Yörük Ali Efe” adına açılan müze görülmeye değerdi. Sonra da Yenipazar’da ikindi yemeğinde karşımıza çıkan enfes “pide geçidi”, yerel mutfak kültürünün damak tadımızda bıraktığı güzellik olarak yerini aldı. Saat 17.00 civarında Pamukkale Sevgi Oteli’ndeydik. Ülkenin her bir köşesindeki şubelerden gelen dostlarımızla kucaklaşmalar ve hasret gidermeler… Akşam 18.30’da şiir saatinde masada Hidayet Karakuş, Sami Gökmen, Ali Uysal, Kemal Girgin, Mehmet Halil Arık vardı. İki saat süren “şiirler geçidi” buluşmaya “merhaba” diyen ilk etkinlikti. Duyguların, düşüncelerin dizelere matematiksel bir armoniyle aktarımı olan şiirlerin yarattığı güzellik yaşanırken, türküler, zeybekler ve halaylarla yenen bir akşam yemeği ile ilk gün sona eriyordu.
22 Kasım 2014 Cumartesi günü otelin alt salonunun duvarlarında bizim hazırladığımız “Türkiye’nin Geçmişindeki Yarın Köy Enstitüleri” fotoğraf sergisi aydınlanma yürüyüşünün çok önemli kilometre taşı olan Köy Enstitüleri kazanımlarını günümüze taşıyordu. “Biz varız, biz yaparız, biz üretiriz, biz başarırız” diyen ve bir özgüven destanı olan Köy Enstitüleri Anadolu topraklarında insana dair umutların, yaratıcılığın, direnişin öyküsüydü. Türkiye’nin geleceği için aydınlık bir esin kaynağı ve bilgi birikimi olmaya da devam ediyordu. Salonun her bir köşesinde kitap standları vardı ve etkinliğe gelen yazarlar kitaplarını imzalıyordu. Etkinlikte üç panel vardı. Panel konuları kısaca “Ülkenin eğitim sorunları, öğretmen yetiştirme ve ülkenin kültür-sanat sorunları” ve çözüm önerileriydi.
İlk oturumda; “Hıfzı Topuz, Şükran Soner, Ünal Özmen, Mustafa Şanlı ve Prof. Dr.Kemal Kocabaş” Cumhuriyet eğitim devrimi, Köy Enstitüleri ve ülkenin eğitim sorunlarını konuştular. Özellikle eğitimin dinselleştirilmesi ve piyasalaştırılması sonucu eğitim hakkının yok oluşunu ve kızların-yoksulların bundan olumsuz etkilenmelerinin altını çizdiler. İkinci oturumda “Mustafa Gazalcı, Sami Gökmen, Pakize Türkoğlu, Prof. Dr. Abdurrahman Tanrıöğen, Prof. Dr. Songül Sallan Gül” Anadolu Öğretmen Liselerinin kapatılması sorunu üzerinden ülkenin öğretmen yetiştirme sorunlarını ve ne yapmalıyı tartıştılar. . Sanat ve kültürün konuşulduğu üçüncü oturumda ise “ Cengiz Bektaş, Bedri Baykam, Alper Akçam, Prof. Dr. Ayfer Kocabaş ve Nizami Çubuk” Köy Enstitülerinde sanata verilen önem, okullardaki müzik-resim ders saatleri, sanatın muhalif ve özgürlükçü yapısını dile getirerek son on yılda ülkede sanata bakış ile ilgili olumsuzlukları dile getirdiler.
23 Kasım 2014 Pazar günü kahvaltı sonrası Denizli-Leodikya antik kentine kültür gezisi vardı. Antik kentin kazı projesini yürüten Pamukkale üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Celal Şimşek’in açıklamalarıyla 500 kişi milattan önce 5000 yıllarına ait antik kentin öyküsünü ilgiyle izledi. Milattan önce 5000 yılında antik kentin kanalizasyon alt yapısı vardı ve Denizli’deki dokumacılığın, şarapçılığın antik izleri Leodikya antik kenti gerçeğindeydi. Kazılar hakkında coşkuyla bilgi veren kazının sorumlusu Prof. Dr. Celal Şimşek kazıların bu hızla gitmesi halinde 746 yıl süreceğinin de altını çiziyordu. Gezi sonrası vedalaşma ve ayrılış vardı. Bizler ise Buldan yolundaydık. Buldan Belediyesinin 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle Denizli’ye gelen aydınlardan bir panel ricası olmuştu. Mustafa Gazalcı, Hıfzı Topuz, Hidayet Karakuş, Pakize Türkoğlu ve Kemal Kocabaş’ın katılımıyla Buldan Belediyesi konferans salonunda Buldanlı öğretmen dostlarımızla söyleştik, öğretmeni konuştuk. Panel sonrası Buldan’ın Gönen Anadolu Öğretmen Lisesi çıkışlı genç Belediye Başkanı sevgili Mustafa Gülbay’a başarılar dileyerek İzmir’e dönüş yolculuğunu başlattık.
Denizli’de üç günlük “Aydınlanma Okulu” süreci yaşanmıştı. Tüm paneller ilgiyle izlendi. Ülkenin aydınlık insanları bir çıkış arıyor, umut arıyor. İlerici siyaset kurumunun tabandan kopuk olduğu görülüyordu. Tabanın beklentileri ile tavanın gündemi aynı değildi. Üç panel sonrası oturum başkanlarının notlarıyla Prof. Dr. Kemal Kocabaş tarafından kaleme alınan sonuç bildirgesinde, ilerici siyaset kurumuna seçimlere giderken ülkenin eğitim sorunlarını çözüm önerileri içeren bir reform paketinin topluma sunulmasına yönelik önemli bir çağrı yer aldı. Sonuç bildirgesinde içinde bulunduğumuz zor koşullardan çıkışın “doğadan, insandan, emekten, kadından, özgürlükten” yana olan tüm kişi ve örgütlerin dayanışmasında, beraberliğindedir vurgusu yapıldı. Bildirgenin sonunda YKKED olarak Türkiye’nin çağdaş, demokratik bir hukuk devleti olması adına başlatılan ve çoğalmayı hedefleyen aydınlık yürüyüşe katılım daveti vardı.
Son söz Bedri Rahmi Eyüboğlu’nda: “Şu dağın başında bir top gül vardı/ eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı/ kırk bin köyde kırk bin umut/
kırk bin köyde kırk bin tomurcuk/ kırk bin adet meyveye vurmuş fidan/ köy okullarımıza nasıl kahpece kıydılar anlatamam/ hey gidi mangal yürekli Tonguç Baba/ köy okullarımızı kilim misali ilmik ilmik ören/ adını kaç aydın koydu acaba/ mangal yürekli Tonguç baba/ sana Anadolumun her yanından/ kekik kokan, keklik kokan, Cevat Şakir işi/ kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba/ bir mangal yürekli Tonguç Baba yetmedi bre şahin aman bir Tonguç baba daha”
DENİZLİ’DE DOĞRULAN YENİ KUŞAK!
Ülkenin karanlık bir ortama sürüklenmeye çalışıldığı, çıkar ve iktidar yalanlarının kafaları bulandırdığı günümüz Türkiye’sinde, yenilenen umutlar, yeniden yükselen dostluk, dayanışma ve paylaşma duyguları da var…
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Denizli Şubesi’ne binlerce kez teşekkürler. 22 Kasım günü Denizli’deydim. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Denizli Şubesi’nin öncülük ettiği IV. Akdeniz Buluşması’na katılmıştım. “Günümüz Türkiyesi, Kültür ve Sanatta Neler Oluyor” başlıklı oturumda konuşmacıydım. Şube Başkanı Ayşegül Odabaşıoğlu Hayta, diğer yöneticiler ve üyelerini yürekten kutluyorum. Koşullar nedeniyle geç katılabildiğim toplantının yapılacağı salona girdiğimde gözlerime inanamadım. Konuşmacıların oturduğu masayla salonun arka tarafı arasında yüz metreye yakın bir uzaklık vardı. Yanlara doğru da epeyce geniş bir salondu önümdeki; ve tüm sandalyeleri doluydu. Ayakta izleyenler de vardı. Hem konuşmacılar, hem dinleyenler günümüz kültür ve eğitim sorunlarıyla ilgili direnişçi bir ruhla tek yürek olmuştu sanki. Karanlık gidişe dur demek isteyen, yenilikçi, özgürlükçü, aydınlık bir hava kavramıştı tüm salonu.
Konuşmayı yüzlerce dinleyicinin, gözlerinin içinde ışığı ve umudu taşıdığını gördüğüm o büyük kalabalığın önünde yaptım. Tek bir kişi kıpırdamadı konuşma boyunca, tek bir cep telefonu çalmadı, tek bir öksürük duyulmadı.
Dünyanın emperyalist-kapitalist saldırganlığına karşı halkını çıplak elle direnişe çağırmış Mustafa Kemal Atatürk’ün doksan yıl önce kurmaya çalıştığı “Tam Bağımsız Türkiye” savaşının kültür ve eğitim sürdürümcüsü İsmail Hakkı Tonguç’un, Baba Tonguç’un Anadolu topraklarına diktiği fidanlar, ektiği tohumlar tutmuş, çiçeğe durmuştu…
Salonda çok farklı siyasal partiye oy veren, farklı partilerde etkin olarak çalışan yüzlerce insan vardı ama, tek gündem ülkenin kültür ve eğitim sorunlarıydı. Konuşulan şeyler peynir ekmek kadar somut ve can alıcıydı. Orada “küçük olsun benim olsun” hesabıyla sendikaları, demokratik kitle örgütlerini kendi dar görüşlerinin arka bahçesi durumlarına getirenler, siyasal ve ekonomik çıkar için meydanlara çıkanlar değil, Anadolu imececi ruhuyla etkinliğe katılmış, kendini büyük bir umudun özgün bir parçası olarak görmek isteyen yüzlerce aydın vardı, halk vardı…
Denizli Buluşması, aynı zamanda özgür, özgün, demokratik, laik, parasız, cins ayrımcılığına karşı çıkan bir eğitim ve kültür politikası için Köy Enstitüsü anıtsal geçmişinin ne büyük bir kalıt, bir hazine olduğunun da kanıtıydı. Günümüz değişen nüfus yapısı, gelişen teknik ve bilişsel olanaklar ışığında yeniden düşünmeliyiz Köy Enstitüleri’ni…
Eğitimde kültür ve sanatın yerini konuşurken ortaya çıkan bir gerçeği görmemek için at gözlüğü takmış olmak gerekti.
Bizim iktidarların Irak ve Suriye topraklarında kafa keserek, kadınlara kızlara tecavüz ederek ilerleyen emperyalizmin silahlı maşası IŞİD’in okullarda müzik, resim ve beden eğitimini yasaklayan tutumundan çok da farklı olmayan,
öğretmen atamalarında büyük çoğunluğu din bilgisi ve ahlâk (tek yönlü, tartışılmayan, sorgulamayan bir bilgi ve ahlâk) derslerine verip,
yüzbinlerce yetişkin öğretmeni işsiz bırakan, okul ikincisi olmuş, KPSS’de en yüksek puanı almış felsefe öğretmenini dört yıldır atamayıp gözyaşlarına boğan politikalarıyla,
sanat derslerine ayrılan yıllık saat ortalama 20-30’u geçmezken,
Milli Eğitim verileriyle, bu saat ortalaması Avrupa Birliği ülkelerinde 100-150 iken,
Türkiye’de, dünyanın kan içinde birbirini kırdığı 1940lı yıllarda, Köy Enstitüleri’nde tam 560 saati buluyordu!
Onun için 17.341 kavruk köy çocuğunun eğitim gördüğü o okullarda adları ansiklopedilere geçmiş 300 yazar ve şair, bir kısmı üniversitelerin güzel sanatlar bölümlerinin kurucu profesörü olmuş 400 müzik ve resim insanı yetişmişti…
Ondan ötürü, Cumhuriyet’in temellerine bomba koyabilmek için, emperyalizm ve cukkacı yerli ortakları, ağalık, tefeci - bezirgân kefen soygunculuğu önce Köy Enstitüleri’ni kapattı …
Aradan yetmiş yıl geçti; hâlâ boğamadılar Köy Enstitüleri’nin bu ülkeye tuttuğu aydınlığı…
Şimdi yeniden, ayağını Anadolu toprağına basmış, Âşık Veysel’lerden, Daimi’lerden, Ali İzzet’lerden güç ve kuvvet almış, seyirlik köylü oyunlarının tüm iktidarlara kıçıyla gülen devrimci oyunculuğuyla donanmış, evrensel bilgi ve estetiği yerel olanla buluşturmuş, tarla biçerken Shakespeare okumuş, İbni Haldun’la Weber’i yan yana koymayı başarmış Köy Enstitülerini yeniden tartışmaya ve uygulamaya açmak için güçlerimizi birleştirmek, o güçlü kaynağın önündeki siyasal engellerle savaşmak için bir araya gelmeliyiz.
Çok Yaşa Denizli Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, Çok Yaşa Tonguç Baba!
26 Kasım 2014, Alper AKÇAM
ANADOLU ATEŞİNİ YAKANLAR
KÖY ENSTİTÜLÜLER DENİZLİ’DEYDİ
Onlar yurdun yanıp yakılan bozkırlarını yeşertip geldiler. Onlar hayatlarını Mustafa Kemal ve ülküsüne adadılar. Onlar Köy Enstitülüler.
Onlar karalanan Köy Enstitülerinin, memleketin sevdalıları. Hep dik durdular, hep onurlu durdular. Her birinin gözünde memleket, Anadolu ateşi var. Köy Enstitülerinin kapatılmasının ardından acıyla hayat boyu kaygı taşıyanlar. Bir devrimi tutanlar. Bir devrin tanıklığını yapanlar. Adım adım yurdun bugününü görenler.
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin ve Cumhuriyetin geleceğini omuzlarında taşıyanlar. Mustafa Kemal Paşa ve askerlerinin bıraktığı emaneti, vatanı yükseklere çıkarmak için durmadan, yılmadan çalışanlar. Kazanılan zaferlerin, kurtuluşun farkında olanlar ve yürüyenler. Onlar Köy Enstitülüler. Anadolu ateşini yakanlar.
Kimlere karşı durdular? Ülkeyi yağma yangın karanlığa çekenlere. Ülkesini satanlara. Ülkesini iç ve dış odaklı kuşatanlara, işbirlikçilere.
Onlar gürleyen sesleriyle çağdaş, engin Köy Enstitülüler.
Orada kimler vardı? Denizli buluşmasında kimler vardı?
Yurdun o coğrafya parçasından koşup gelen dipdiri Köy Enstitülüler. Onlar ışık yakmak için geldiler. Her biri yürekli. İçlerindeki, ideallerindeki ışık daima yandı. Her biri o kadar alçak gönüllü, sevgi dolu. Orada yüzlerce Köy Enstitülüler. Saygılı, erdemli duruşları. Denizli’den Anadolu’ya ışığını salanlar.
Köy Enstitülülerin Akdeniz buluşması için oradaydım. O kadar heyecanlıydım. Gittim gördüm. Denizli Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Şubesi gerçekleştirdi, bu kez buluşmayı. Gördüm ki, buluşmada büyük bir emek var. Başarı,coşku,sevgi öyle var. Kutluyorum tüm Köy Enstitülüleri ve Denizli Şubesi dostlarını.
Hıfzı TOPUZ geldi konuştu. Atatürk’e yakın duygularını, anılarını paylaştı. Gözleri kıvılcımlı, yüreği sevdalı. Hoş geldin .
Cumhuriyet gazetesi yazarı sevgili Şükran SONER Köy Enstitüleri ile bugünkü Türkiye’yi buluşturdu.
Alper Akçam Köy Enstitüleri ile edebiyatı buluşturdu. Sevgili Bedri Baykam siyaset ile ilişkilendirdi.
Ayfer Kocabaş müzik ile ve Köy Enstitüleri ile ilgili sunum yaptı.
Mustafa Gazalcı oradaydı. Sami Gökmen. Sevgili Cengiz Bektaş mimarlık ile ilişkilendirdi. Diğer konuşmacılar, hepsi de heyecanlı.
Onlar Köy Enstitülüler…
Toplantı sonrası tarihin içinde yolculuk ettiler. Zamana direnen uygarlıkları gün ışığına çıkaran Prof.Dr. Celal Şimşek hocamızın eşliğinde. Onlar Köy Enstitülüler. Tarihe, kültüre, sanata saygılı.
Onlar memleket havaları, köy türküleri. Köy Enstitülüleri saygıyla selamlıyorum.
Nabide Kılınç,
Köy Enstitülülerle Umudun Resmi Çıkıyor...25 Kasım 2014 Salı
Hafta sonu Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin 4. Akdeniz buluşmasındaydım... Çocuklarımızın eğitimi, gelecekleri, eğitim dünyamız, öğretmen sorunları, ülkemiz sorunları, eğitimle doğrudan bağlantılı insani gelişmişlik düzeyimiz, yatırım, çağdaş üretim, aklın, insanın egemen olduğu topluma... ilişkin içime çöreklenmiş karabasanın, buluşmanın gerçekleştirildiği Pamukkale’deki otelin kapısının önüne varır varmaz uçup gitmesini yaşadım... Ülkemizin geleceğini karartmak isteyen iç ve dış odakların Köy Enstitülerinde yetişenlerden korkmalarının boşuna olmadığını bilmek başka... Artık ülke çapında sayılarının çok azaldığını düşündüğümüz “Köy Enstitülüler ruhunun...” yok edilemeyeceğine canlı tanıklık etmek çok başka... Yeni Kuşak Köy Enstitülüler buluşmasında, yaşayan köyden çıkmış Köy Enstitülüler, aynı ruhla kendilerini yetiştirmiş çocukları, aynı ruhu; bilgiyle çalışkanlık, üretimle yoğrulmuş sorumluluğu kapmak için gelmiş torunlarının yarattıkları sinerjiyi almamak, umudun resminin çizildiğini görememek olanaksız... Eğitime bulaşık gazetecilik yılları içinde arada birçok zorlu koşullarda gerçekleştirilmiş benzer buluşmalardan, ne kadar güçlü moral değerler kazanacağıma hazırlıklı olduğum halde, eğitimin dibe vurdurulduğu, çocuklarımızın geleceğine yönelik karabasan tablonun çizildiği bir zaman dilimi içinde, böylesine savaşkan, üretken, direngen, umudun resminin çizilebileceğini öngörememiş olmalıyım... Ülkenin her yerine yaşayarak ulaşmış, her meslek grubuna, en çok öğretmenliğe bulaşmış, bu kadar bilge, üretken, şair; müzisyenlikte, yaşamın her alanında, her tarakta bezi olan, köylülükten de hiç kopmamış; siyaseti, dünyayı, yaşama, insana ait her gelişmeyi olgunlukla yoramlayabilen bu kadar çok renkli, her yaştan insanı asla bir başka ortamda yakalayamazsınız... Selamlaşırken elinde kendi yazdığı kitabını uzatan, sözcüklerini güçlendirmek üzere anında büyük bir şiir ustasının dizelerinden alıntı yapan, türkülere eşlik eden, oyun oynamasını bilen, teknik ustalıklarını, köylülük aidiyetlerini, ürün yetiştirmeyi unutmadığıyla övünebilen öğretmenler, bilim insanları... Otelin salon panolarını, duvarlarını; yaşama, yaratıcılık, devrimcilik bakışlarını yansıtan söylemler, resimlerle donatmışlar... “Yıkamayacaklar”, “Aydınlanma ışığı sönmeyecek”, “Günaydın’la başlayan gün karartılamayacak”... Köy Enstitülerinin, en olumsuz koşullarda, köyün içinden karanlığı yırtma gücünden doğan korkunun, iç ve dış odakların “dinsizlik, komünizm geliyor”çığırtkanlığında yarattığı karanlık güç ittifaklarıyla kapatılmış olmasıyla yaşanan olumsuz gelişmeler bir bir masaya yatırıldı... Ülkemiz insanını yeniden çağlar gerisine, inanç ve emek sömürüsü bir arada teslim almaya yönelik çıkar ittifaklarının en anlamlıları, tehdit boyutlarıyla değerlendirildi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki çok daha olumsuz koşullarda yaratılabilen gelişmelerin, çoban çocuktan en üretken, bilge insana ulaşmanın önünü açan eğitimin reçetesi, Köy Enstitüleri deneyiminden yola çıkmanın gücünün altı çizildi... Öğretmenler Günü bağlantılı eğitim sorunlarını, öğretmen yetiştirmeyi, öğretmen yaşamını gündeme alan dünün haberleri ne kadar da iç karartıyor? Sadece İktidarları yönetimi, sorumluluğunda, 60-70 binler olarak sayılan işsiz öğretmenler, son verilerle 330 binlere ulaşmış. Oysa işi olan öğretmenlerimizin geçinebilmek uğruna ek iş yapanlarının oranı da yüzde 80’leri bulmuş. Zaten öğretmenlerin aileleri desteğinde yaşamlarını sürdürmeye çalıştıkları bir başka gerçeklik. OECD ülkeleri içinde en düşük ücretle çalışan öğretmenler rekoru bizde. İşi olan öğretmenlerimiz anketleri yanıtlarken, yüzde 65’in üstünde bir oranla bir başka iş bulabilseler öğretmenliği hemen bırakacaklarını açıklamışlar. Öğretmenlerin en önemli nitelikleri arasında olması gereken mesleki yetkinlik, çocuklara ulaşabilme eğitimleri diplerde... Kitap okuyanı, moral değerlerini koruyabilenleri, öğrencileriyle iletişim kurabilenleri, mesleğiyle, yaptıkları işlerle onurlanabilenleri daha da diplerde... Umudun resmini çizebilen Köy Enstitülülerde bu olumsuzlukların hiçbiri atlanmasa da, umutsuzluğu beslemiyor... Onlar çok daha olumsuz koşulları yırtıp Cumhuriyetin kurtuluş sürecinde, devrimci birikimle, hem kendilerini hem de yetiştirdikleri kuşakları bir yerlere getirebilenlerdenler. Yorulmayı bilmeyen üretkenlikleri, savundukları değerleriyle bugünün karamsar, karabasan, gerici baskısından korkmadan, kaostan çıkış reçeteleri üzerinde kafa yoruyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı’na öğretmen yetiştirmeye odaklanmış çözüm reçetelerini sunuyorlar... Haberiniz olsun; öyle ya da böyle, öğretmenleri ne kadar moral değerlerini yıkarak sendikal örgütsüz, geriye püskürtürseniz püskürtün... Bu ülkenin aydınlanma deneyimi, birikimleriyle bir yerlerden devrimci eğitim şûralarını aratmayan bir ruhun ürünü çabalar çıkacak. Çocuklarımızın geleceğini karartamayacak, ülkenin insani gelişmişliği, tarımıyla sanayisi, çevre koruması bir arada, çağdaş üretimini geliştirecek insanların yetiştirilmesi reçeteleri yaşama geçirilecek...
Bedri Baykam
Denizli’de Aydınlanma Şöleni 25 Kasım 2014 Sa
Cumartesi zor durumda kaldım. Deniz Gezmiş’in çok değerli annesi, sohbetini tanıma şerefine eriştiğim Mukaddes Hanım’ın cenazesine katılmam lazımdı ama Denizli’de, çoğunluğu eğitimcilerden oluşan Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nin (YKKED) davetinde de konuşmacıydım. Deniz’in sevgili abisi Bora Gezmiş’ten izin alarak gidebildim. Anadolu’ya yine yapacağımız eğitim katkısından dolayı Deniz’in eğitimci anne-babasının da ruhu şad olur. Bu Cumhuriyet öğretmenlerine o kadar çok şey borçlu ki yılda bir onları hatırlamak haksızlık!
YKKED, 2001’den beri aktif bir dernek. Üç gün süren 4. Akdeniz buluşmaları için,Cengiz Bektaş’tan Şükran Soner’e, Mustafa Gazalcı’dan Hıfzı Topuz’a, Sami Gökmen’den Kemal Kocabaş’a kadar birçok aydın bir araya geldi. Üst üste yapılan oturumlarla, ülkemizde sanat, siyaset ve demokrasi konularının röntgenleri çekildi. Güzel insanların hazırladığı bir Aydınlanma şöleniydi. Bu ülkede halkevleri ve Köy Enstitüleri çok çektiler. Ülkenin Aydınlanma yolunda büyük adımlar atmasını istemeyen örümcek kafalar veya onların baskılarına sessizce boyun eğenler, maalesef bu kurumları hep tehlikeli gördü. Tartışan, düşünen, her açıdan kendini geliştiren insanlar! Bundan korktukları için, devlet çatısı altında boyun eğen insanlar istediler hep. Özgürlüklerine sahip çıkmayı bilmeyen, evrensel değerlere ulaşamayan bağımlılar lazımdı. Bu iki kuruma sahip çıkıp geliştiren bir Türkiye olsaydı, ülkenin gelişim çizgisi bambaşka olacaktı.
YKKED üyeleri arasında babam Dr. Suphi Baykam’ın döneminde onunla siyaset yapmış birçok isim vardı. Her biri gözümü yaşartacak kelimelerle, kendilerinin “siyaset hocalığını” yapan dönemin yıldızına övgüler sıraladılar. Bana her “SuphiBaykam’ın oğlu” denildiğinde göğsüm kabardı. Ne yazık ki Türkiye’de siyaseti gençleştirmek isteyen ve CHP gençlik (ve kadın) kollarını kuran babamın umutlarının aksine, kalabalık salonda genç sayısı çok azdı.
Oradayken bir katılımcı, beni durdurarak şunları söyledi: “Bedri Bey, CHP şimdi kalkıp AK-SARAY adı altında yapılan bu dev saldırganlığa ve israfa karşı çıkmaya kalkmasın. Gerçekten buna direnmek istiyorlardı ise o zaman Atatürk Orman Çiftliği’ne ilk kazma vurulduğu gün oraya tüm milletvekilleri gidecek ve halkı, milyonları da çağırarak bu hukuksuzluğa hayır diyeceklerdi”. Halk, tabii ki sözünü sakınmadan gerçek yorumlarını dışarı atıyor artık. Kimsede bir tereddüt kalmadı, herkes “ne olacaksa olsun, ne yaşanacaksa yaşansın” moduna geldi! “Vallahiyüzde 100 haklısın dostum” dedim ve içim sıkılarak toplantı salonuna yürüdüm. Kitaplarımı imzalarken bu reddedilemez tespit hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu.
Konuşmamda biz sanatçıların işlerimiz ve eylemlerimizle nasıl direndiğimizi aktardım. AKM’yi yıkılmaktan nasıl koruduğumuzu ama işgalden koruyamadığımızı... Halkın artık“gidişata dur” demek istediğini ama buna karşın Cumhurbaşkanlığı mücadelesinde yapılan gafın umut kırdığını... Bizlerin “müzmin muhalif” olmadığını ama bu iktidarın da bizlere başka bir alternatif tabii ki bırakmadığını... Sağa benzemeye çalışmanın yalnız hüsran getirdiğini, merkez sağın bu şekilde yok olup gömüldüğünü... Bektaş’ın dediği gibi bir cahilleştirme projesinin yürütüldüğünü, bu nedenle “en az 3 çocuk”saçmalığının zorla halka dayatıldığını, sorunun “onlar”da değil bizde olduğunu, onların sadece görevlerini (!) yaptığını anlattım.
Konuşmamda genel sanat ortamımız ve İstanbul’da Piramid Sanat’ta geçen hafta açılan ve 11 sanatçının katıldığı “Türk Çağdaş Sanatının Devrim Yılları: 80’ler”sergisi hakkında da yaptığım yorumlar oldu. Daha önce Ergenekon hakkındaki “İçim Parçalanıyor” (2010) ve Gezi için Denizhan Özer’le beraber hazırladığımız “Gezi:Sıkıyorsa Gel” de düşünülünce, ne kadar acıdır ki, Piramid Sanat belki de İstanbul’un tek bağımsız ve korkusuz sanat merkezi! Banka ve holdinglerle bağlantılı sanat kurumlarında otosansür, sansüre iş bırakmayacak boyutlarda. Kapital ürkek ve tedirgin. Türk sanat ortamı çok gelişti. Bienaller, fuarlar, müzayedeler, müzeler ile... Ama ne yazık ki, artık sanat, akımlar veya sanatçılar ve duruşları değil, çoğunlukla konuşulanlar yalnız “yarış atı” yerine konan sanat eserleri. Kim, hangi yabancı müzayede evini bağladı, kim kaça sattı, kim piyasasını şişirdi, kimler daha fazla satacak... 80’lerin sanat ortamı çok daha samimi, gerçek ve üreticiydi. Türk çağdaş sanatı, 90’lar ve 2000’lerde bu temeller üzerine dünya ile eşzamanlı bir rotada gelişebildi. Şimdi ise sanatta yarınlarımızı “piyasa otosansüründen ve kavramsal esaretten” kurtarabilmemiz gerekiyor...