25 Aralık 2010 Cumartesi

İSMET İNÖNÜ

Atatürk'ün en yakın silah ve dava arkadaşı,Lozan Kahramanı,İkinci Cumhurbaşanımız İsmet İnönü'yü  ölümünün 37. yılında saygı ve özlemle anıyoruz...

_"Ulusun makus talihini yenen",Kurtuluş Savaşımızın büyük komutanı.
_Lozan Kahramanı
_İlk Başbakanımız
_İkinci Cumhurbakanımız
_İkinci dünya Savaşı ateş çemberine tüm güçüyle direnen,halkını ateşe atmayan.
_Çok partili sisteme geçebilen demokrasıye inanmış bir lider.
_Türk Halkına, yaşantısının her anında örnek aile reisi, eş, baba olabilen.
_Türk Halkının gönlünde İsmet Paşa olarak yaşayan.

Kısaca sıraladığım bu özellikler ölümünün37.yıl dönümünde anılmaya ,saygı duyulmaya yeterli midir?....
Görüyorum ve izliyorum bulamıyorum,ne bir söz ne bir ses...Toplum belleği nerede,vefa,değer bilirlik nerede?
Bunları sorgularken iki anımı paylaşmak istiyorum:
_25 aralık1973 lise öğrencisi olduğum yıllar...Günler önce İsmet paşanın hastalık haberlerini alıyoruz.Dua ediyoruz iyiyileşsin, Sevgili eşi Mevhibe Hanım'la elle çekilmiş fotoğraflarını gazetelerde görmek istiyoruz. Dualarımız kabul olmadı ,her canlı gibi ölüm O'nu buldu. Sarsıldık tabii, yakıştıramaduk. Cumhuriyet tarihimizin yakın tanığı, aktörü bu dünyadan göç etmişti. 27 aralık 1973 sabah okuldayız, sıradan bir okul sabahı değil bu. Sınıflara alınmıyoruz, bahçede bekleliyoruz.Okul müdürümüz, öğretmenlerimiz, hizmetliler telaş içindeler.Oradan oraya koşuşturuyorlar ,bir hazırlık telaşı...O hazırlık İsmet Paşamızın cenaze törenini ; merdiven başına yerleştirdikleri , elli yedi ekran televizyondan naklen izletme için olduğunu anlamakta geçikmiyoruz.O yıllarda siyah beyaz televizyon hayatımıza yeni girmiş ama herkesin evine henüz girmemişti .Bizim evde de yoktu. Okulum bunu yapmazaydı ben de izleyemeyecektim. Düşünebiliyor musunuz onbeş basamaklı merdiven başında elli yedi ekrandan altı ,yedi yüz öğrenci ve öğretmen naklen İkinci Adam İsmet İnönü'nün cenaze törenini naklen izliyor. Kolay silinir mi bu belleklerden?....

_Üç ay önce sağlık ocağındayım,aile hekimimiz o anda yok.Başka bir doktora yönlendirdiler.Girdim ilk kez gördüğün genç bay doktorun odasına.Kimliğimi verdim, bir yüzüme bir de kimlikteki fotoğrafa baktı.Sanki anlımda yazıyormuş gibi "siz öğretmen misiniz,müzik öğretmeni misiniz?" Öğretmen olduğumda yanılmamıştı ama branşımı kestirememişti. Uzatmadan" tarih öğretmeniyim" dedim. Sorduğu soruya bakar mısınız "Hocam,İsmet Paşa Fransızca bilmediği halde neden Lozan'a gitmiş"  Acı bir tebessümle gülümsedim"çok mu önemli" diye karşı soru yönelttim  .Israrla bir kaç kez tekrarladı. Bu masum ,sıradan bilinmeyeni sormak değildi. Burada küçümseyerek ,tarihi sorgulamak vardı. Fransızca bilip bilmemesinin önemli olmadığını ,önemli olan"halkı dilinde çetin ceviz olması" dik duruşlu bir diplomat almasından söz ederek savundum.O söylemesede ben anlamıştım ,Dr Rıza Nur diyecekti...O söyleyemeden ben Fransızca bilen Dr Rıza Nur'un marifetlerini kısaca söyeyip ayrıldım....
 Not:İsmet İnönü Fransızca biliyordu,ancak Lozan Konfesansında diplomaside konuşacak kadar yeterli değildi. İlerlemiş yaşında Fransızcasını geliştirdiğini anımsatmak isterim...
Arzu

23 Aralık 2010 Perşembe

KARANLIKTA BİR IŞIK:KUBİLAY

                                                    
       Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. O sırada 24 yaşında. 23 Aralık 1930 günü yürekleri kara, kara eller  O'nu şehit etmekle ,ışığını kararttıklarını sandılar....


       Kubilay bir devrim şehididir. Atatürk devrimlerinin,Cumhuriyet  Devrimlerinin  ilk şehidi...Savaşlardan ,hukuksuzluğa,yoksunluktan karşı devrimciliğe, yitirdiğimiz gençlerden ilkidir. Bunu tarihin çarklarını geri cevirmeye , aldanış rüzgarlarını bu topraklarda üfürmeye çalışanlar nereden bilsin. Şimdi yolumuzu Kubilay'lar aydınlatıyor desek yobazı , döneği  inanamaz ki. Karanlıkta el yordamıyla yol almak varken ışığını nereden görebilsin...

          Kubilay'lar karanlıkta bir ışık olarak yolumuzu aydınlatıyorlar, aydınlatmaya da devam edecekler. Işıktan korkan yarasalar kendi karanlıklarında tarihin çarklarını döndüremiyeceklerdir....

          Kubilay ,kanlı, karanlık bir gecenin ilk yıldızıydı. Tek başınaydı. Oysa yıldızlar  tek başına ışımazlar. Yalnız değillerdir , binlerce  ,yüzbinlerce ,milyonlarcadır..Bazen görünmezler ama oradadırlar…ışık… ışık…



KUBİLAY DESTANI


- Kubilay ve iki bekçinin anısına -

23 Aralık 1930'dur,

Gece yeşilimsi,

Dağlar ak,

Bir altın çizgi gibi yerle gök,

Gün doğdu doğacak.

Don yoktur ama donmuştur sanki

Sarı yapraklarla kış kocaman bir yüz

Tarla çizgileri ile bir kilim işte

Menemen ovası dümdüz.

Yalancı Mehdi Derviş Mehmet,

Yürümüş Manisa'dan bir sarı su gibi,

Beş on adamıyla Menemen'e varmak üzere

Yılan uykusu gibi.

Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi,

Bir çınar dalı gibi yere.

Sarktı yakasından anasından gelmiş

Mavi çiçek mor çiçek bir çevre.

Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi

Bir söğüt dalı gibi yere,

Aydınlık aydınlığa yaklaşır iken,

Sonsuzluğa ere ere.

Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi,

Bir zeytin dalı gibi yere,

Düştü cebinden bir kitap,

Açıldı göklere…

Fazıl Hüsnü Dağlarca

( 1914 - 2008 )

13 Aralık 2010 Pazartesi

TÜRKAN SAYLAN


13 Aralık, ömrünü cehaletin karanlığını yenmeye, Anadolu'dan cüzzam illetini silmeye, Ülkemizin her yerinde kardelenlerin açmasını sağlamaya adamış Prof.Dr. Türkan Saylan'ın 75.Doğum Günü...Özlemle,saygıyla anıyoruz ve arıyoruz...



TÜRKAN SAYLAN'A   ZÜLFÜ LİVANELİ

Doğu’da bir köy gördüm

dağların arasında,

öyle mahzun,çaresiz,

kalakalmış.

Çıplak kavakları bile

hüzünlü kalemler gibi

kara saplanmış.

Köyün ortasında bir okul

Ve tezek sobasıyla

ısınmaya çalışan çocuklar.

Bir bıcırık kız,

Yanında bir karamuk oğlan.

Buz gibi elleri

Ama gözleri ahu,

gözleri ceylan.

Adın ne dedim kıza

Dedi: Benim adım Türkan.

Oğlan ekledi: Benimki de Saylan.

Dedim;

Dayan yüreğim dayan.

Madem ki bu çocuklar Türkan

Madem ki bu çocuklar Saylan

Gelecek onlarındır,

gerisi yalan

Değişir bu düzen

Döner bu devran.

**************

ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ GENEL MERKEZİ VE TÜM ŞUBELERİNDEN


TÜRKAN SAYLAN, ÜLKEMİZE VE İNSANLIĞA BİR ARMAĞANDIR

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN TÜRKAN SAYLAN!



Adım Türkan, soyadım Saylan,

...... Bugün benim doğum günüm. 13 Aralık 1935’te dünyaya geldim. Yaşamım boyunca Cumhuriyet’in temel değerlerine sıkı sıkıya bağlı kaldım. Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlığım, onu tanıdıkça arttı. İlkelerini yürekten benimsedim: Ülkemiz insanının “çağdaş uygarlık” düzeyinin gerektirdiği her şeye sahip olması için bir yurttaş olarak payıma düşeni eksiksiz yerine getirmeye çalıştım. Bunu yaparken sorunlarla karşılaştıkça, Atatürk’ü örnek alarak, onlara çağın ve günün koşullarına uygun özgün çözümler ürettim.

Adım Türkan, soyadım Saylan,

Şair Nâzım Hikmet’in dediği gibi yaşamı ciddiye aldım. Büyük bir ciddiyetle yaşadım. Yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemedim. Gerekti, laboratuvarda sabahladım; gerekti, hastalarımın başında bekledim…

Kızlarımız okusun, kadınlarımız erkeklerle eşit yurttaşlar olarak yaşama katılsın, gençlerimiz özgürce kendini geliştirsin, sanatın her dalının yarattığı güzellikten herkes nasibini alsın istedim. İnsanlar arasında din, dil, etnik köken gibi hiçbir konuda, hiçbir ayrım yapmadım. Bana ihtiyacı olan herkese destek oldum.

Adım Türkan, soyadım Saylan,

Bütün bu saydıklarımı yaparken hiç kimse, beni hiçbir şeye zorlamadı. Ölümden korkmadım, yaşamaktan da… Yaşamım boyunca tek kaygım, yapmaya çalıştığım işlerin yarım kalması oldu.

Evimin aranmasından çok, yol arkadaşlarımın karşılaştığı haksızlıklardan incindim. Çok hasta olduğum halde, sırf bu yüzden, kendimi yaşamaya zorladım.

İnsanları, hayvanları, güneşi, rüzgârı, yağmuru, karı çok sevdim.

Kısacası dostlar bilimden, sanattan, insandan yana olan ben, gericiliğin, bağnazlığın bütün saldırılarına karşın yoksulluğa ve cehalete karşı, insanlık için insanca direndim.

Yaptıklarımdan onur duyuyorum.

Mutlu yaşadım, mutlu öldüm!

Güzel amaçlı yol arkadaşlarım! Siz beni iyi dinleyin yine de…

Önerim: Benim Mustafa Kemal’i izlediğim gibi, siz de tamamen O’nu ve biraz da beni izleyin!”

5 Aralık 2010 Pazar

5 ARALIK - TÜRK KADINI

Atatürk ve Afet İnan

İlk kadın milletvekillerimizden Satı Kadın


5 aralık 1934 de Atatürk'ün  Ulusa seslenişi:

        "Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve liyakatle kullanacaktır.”ATATÜRK

********************
       Atatürk’ün manevi kızı Profösör Dr Afet İnan 1930 yılında Ankarada Öğretmen okulunda öğretmendir.Atatürk'le birlikte yazmış oldukları Yuttaşlık bilgileri (Medeni bilgiler) dersi vermektedir.Bir gün demokrasi dersi vermektedir sınıfta.Örnek olması için başkan seçimi konusunu sınıfta uygular. Bir aday kız öğrencidir...Seçim yapılır,sayıma geçilir.Sonuçta kız öğrençi oyların çoğunluğunu alarak başkan seçilir.Seçimi kaybeten erkek öğrençi kalkar itiraz eder.Öğretmenim "Siz bir kız arkadaşımızın aday olmasına izin verdiniz ,sonuçta seçildi. Türkiye'de henüz kadınların seçme ve seçilme hakkı yok ki "der.Evet erkek öğrenci doğru söylüyor.1926 yılında medeni kanun kadın erkek eşitliği getirmişti ama kadınlar seçimlerde oy kulanamıyordu.Afet İnan “haklısınız” der ve sınıfından ayrılır. Çankaya köşküne Atatürk’e koşar,Soluk solugadır,biraz da öfkeli.Tek tek anlatır yaşadığı olayı,sonunda derki :Atatürk’e “ben kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınıcaya kadar o sınıfa gidip ders yapamayacağım.”Atatürk gülerek “üzülme çocuk,bugünlerde bir yasa düzenlenmesi yapılacak!...1930 kadına belediye başkanı ve belediye meclis üyeliğine seçilme ve seçme hakları verilmiştir.1933 de muhtar ve azalar,1934 de milletvekili seçme ve seçilme haklarını kadınlarımız elde etmişlerdir.
***********
        Hemen her konuda kadın erkek eşitliğine önem veren Yüce Atatürk ve Satı Kadın anısını anımsatmak isterim:

Atatürk'le Hatırası

Sait Arif Terzioğlu’nun “Yazılmayan Yönleriyle Atatürk” adlı eserinden alınmıştır.

Ankara'da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam’a giderken kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, şosede duran bu yabancı konukları görünce hep koşuştular. Kimi su seyirtti, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata'ya uzattı:

- Bir soğuk ayran içer misiniz, dedi.

Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir Türk Anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. Ata, ayranı kana kana içmiş ve biran durakladıktan sonra ona:

- Senin kocan kim? diye sormuştu

Köylü kadını,yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir Türk Anası Ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu:

- Ne zaman doğdun?

- 1919'da Atatürk Samsun'a çıktığı zaman doğdum.

Ata, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. Halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu tekrar sordu:

- Nasıl olur

Evet, nasıl olurdu. Bu Satı Kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:

- Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!

Tam 6 çocuklu bu Anadolu kadını 1890 dogumluydu. Kazan köyünün muhtarıydı. Türkiye’deki ilk kadın muhtardı.

-Babam Kara Mehmet’lerden. Kazan’ın muhtarlık mühürü bana ondan miras kaldı. Sizi görmek fırsatını bize bahşettiğiniz için bahtiyarlık duyuyoruz Paşam.

-Peki kadınların da erkekler gibi çalışıp çalışıp çeşitli mevkilere yükselmesi konusunda ne düşünüyorsun?

-Şüphesiz doğrudur. Ve kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkuresi altında bunu başarmak azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini her alanda taşıyacağız Paşam.

Mustafa Kemal bu yanıttan son derece memnun olmuştu. Bu konuşma onu bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi.

Satı Kadın niçin milletvekili seçildiğini bilmiyordu. Ama Mustafa Kemal onu neden seçtiğini bilecekti. Çünkü kurduğu Cumhuriyet’in temelinde bu ülkenin kadınların da olduğunu biliyordu. Seçmek ve seçilmek onların da haklarıydı. 1923’te İzmir’de yaptığı konuşmasında diyorduki: “Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir.”

**********
        Milletlerin kalkınmışlık düzeyini ölçmek için kadının siyasal ,sosyal,kültürel ve ekonomik hayattaki konumuna bakmak gerekiyor.

       Kadın,hep idareci,toparlayıcı, hayatın en kötü şartlarına karşı yaşama hazırlıklıdır,savaşandır.Geniş yürekli ve iyimserdir. Birçok şeye aynı anda yetişebilir. İnatçı,ne istediğini bilen ve doğru hedeften şaşmayandır.Kadın eli deydiğinde her alanda her şeyin çok farklı boyutlarda değerlendirileceğini ,güzel ,iyi ve uygun olanın gerçekleşeceğine biliyor ve inanıyorum.

      Kadın kadınların sorunlarını ve ihtiyaçlarını en iyi bilendir.Bunun için de siyaset yapmalıdır...Seçmeli,seçilmelidir...

Arzu






















24 Kasım 2010 Çarşamba

BEN BİR KÖY ÖĞRETMENİYİM

Öğretmenler gününde anılar denizinden bir damla...

Sevgili öğretmenlerimin ;"Öğretmenler Gününü"  kutlarken,sonsuzluğa göç etmiş öğretmenlerimi saygıyla,minnetle anıyorum...

Yetmişli yılarda İzmir Buca eğitim Enstitüsü’nden(Şimdiki adı EğitimFakültesi) idealist ve devrimci öğretmenler olarak yetiştirildik. Yatılı ve burslu okumadığım için Görev yerimi kendim seçtim. Egenin Doğusu Afyonkarahisar. Yetmişli yılar öğretmen açığı çok. Çünki Demirel hükümetleri Siyasal beklentilerle Köy ve kasabalarda pek çok okul açmış. Bir müdür bir mühür örneği .Beni de verdiler bir köye. Çalıkuşu gibi başladım ilk öğretmenliğime. Bina,donanım durumu sormayın sonraki anılarımda anlatacağım.


Okul benden bir yıl önce açılmış. Hiç kız öğrenci yok. Bir yıl da ben öğrtemenliğe alışma ve çevreyi tanımakla geçti .1978 yıl eğitim yılı sonunda kızların ortaokulda okumaları için çalışmaya başladım .İlkokul beşinci sınıf kızlarla başladım konuşmaya ve ikna etmeye. Çok istekli olduklarını gördüm.Sıra anne ve babalarda .Köyün ekonomik durumu da çok iyi o yıllarda.

Köy çeşmesinde annelerle konuşuyorum. Bana verilen yanıt. gönderelim de oğlanlarla mı mektuplaşsınlar .(o yılarda aşıklar mektuplaşırdı.) Sanki İlkokulu bitirenler mektuplaşmıyor.

Babalarla köy odalarında konuşuyorum. Dinliyorlar.Karşılarında genç bir bayan onlarla konuşuyor hoşlarına gidiyor . Ama kendi kızlarına okutmaya gelince olmaz diyorlar.

Sonunda gerekçelerini anladım. Çocuk yaşlarda evlendiriyorlar. İş gücünden ve bedeninden yararlanmak için .Sofralarında traktörleri ve biçerlerinden sonra geliyor kadının yeri(teknoloji gelmiş, öküzler yok artık.)

Yakın bulduğum ailelerin kızlarından dört kız öğrenci kaydebildim. okullar açıldı. O yıl daha seviçliyim ve heyecanlıyım .Sayıları az da olsa kızlarım var ya.İlk gün akşam paydosu. Çok geçmeden bir kızım iki gözü iki çeşme ağlayarak okula geldi . Zor yatıştırdım.

Demişler ki kız öğrecime ,neden ortaokula gidiyorsun? A rzu hoca gibi O…… mu olacaksın. (O yılarda devrimci bayan öğretmenler kominist ve O…….dur ya) sevgili kızım onların ne demek istediklerini kavrayamaz bile. Ama öğretmenine bir hakaret olduğunu biliyor ve isyan ediyor.Ne derlerse desinler ben okuyacağım.İsterlerse parçalasınlar .Aile sözünde durdu okuttu.Nereye kadar Kız meslek Lisesi son sınıfa kadar.

Sonramı ;O da kaçamadı evlik çemberinden .Şimdi çocuklarını en iyi yetiştiren cağdaş bir anne .

Burada belirtmeden geçemem; En güzel öğretmenlik anıları ,Genç Cumhuriyetimizin  son derece ideal öğretmeni Sıdıka AVAR öğrtemenin  anıları Dağ Çiceklerim . (Öğretmen Dünyası Yayınları) Yirmi yıl bugünkü Adıyla Kız Meslek Lisesinde  , Elazıg 'da  dağ, taş  ,köy  ,kış yaz demeden kız çocularını      okutmak    için  nasıl çabaladığı kendisi tarafından çok güzel anlatılır  ...Sıdıka Avar öğretmenimin o yılarda ideali de buydu(40 lı yıllar).Benimki 70 li yılar...

Meslek sahibi olanlar oldu .12 eylülden sonra.Para kazanmak için kızlar okutulmaya devam edildi. Bir çok değerlerin değiştiği o köyde. Sadece para kazanma, evlemelerde daha bir terçih edilir oldu. Para kazanıyor ya......

Arzu

15 Kasım 2010 Pazartesi

YANILGILAR---KORKUNUN ÇANLARI*

     
      Bilgisayar ve internet yaşantımıza gireli yaşantımızda  neler oldu neler ..Bilgilere kolay ve hızla ulaştık.İletişimde hızlandık.Bir anda binlerce bilgiye ulaşmak saniyeler içinde gerçekleşti. İlk anlarda belki bilgilerin doğruluğunu ,güvenilirliğini sorgulamadık.Tembelliğimize geldi belki de.Ben kendi adıma belirtirsem iki önemli konuda yanıldığımı burada belirtmek istiyorum.Üçüncü bir yanılgımın olmaması için interneten kaynağı elimde olmayan hiçbir edebi metni  kullanmıyacağım. Kaynağı derken "kitaplar"demek istiyorum,en sadık ve güvenilir dostlarımız.
      Birinci konu Türk edebiyatının klasikleri arasında olan Can Yücel yazıları ve şiirleri .Gerek tarama motorlarıyla taramada gerekse e posta ile kişiden kişeye dolaşan  bazı şiir ve yazıların Can Yücel'e ait olmadığını öğrendim...
 http://kemaloncu.blogcu.com/sahte-can-yucel-siirleri-guler-yucel-ile-soylesi/5860890 bu  linkte çok önemsediğim ançak geçen yıl kaybetiğimiz blog yazarı Kemal Öncü beyin sayfasında uyarılar bulnmaktadır.Linki verirken Kemal beyi saygı ve rahmetle anıyorum...
     İkinci konu Shakespeare 'in soneleri.Aylarca burada profil tanıtım yazım olarak bulundurdum.O'nun sanmak ne büyük yanılgım oldu...Okuyan kaç kişiye yanılttığım için üzgünüm. Özürü borç bilirim..Bu konuda beni ve nicelerini aydınlatan  sayın eğitimci yazar Adnan Binyazar'ı burada teşekkür ediyorum... Hem bu konuda aydınlattığı için hem de çok değerli yazısını burada yayınlama izni verdiği için...
  Arzu

ADNAN BİNYAZAR

 *Korkunun çanları

Her gün milyonlarca insan, internet yoluyla aralarında etkileşim kuruyor. Uzun yollar kısalınca dünya ne denli geniş olsa da etkileşim ulaşımı kolaylaşıyor. Ne var ki insan yapay yollarla sanallaştıkça anlam yitimine uğrayıp nesneye dönüşüyor.

Elli altmış yıl öncesinin yabancı olduğu tel ucu sevgilileri, kapalı küfürleşmeler, görene cinnet getirten kolaj görüntüler internet kültürünün marifeti.

Çağımızın bu büyük buluşunun iyi kullanılması gerçeklerle donatıyor, kötüye kullanılması yalanın dolanın, iftira bataklıklarının içine sokuyor. İnternet kültüründe, çöplüğe atılacaklarla baş tacı edilmesi gerekenler aynı kefeye konulursa çürümenin sonu alınamaz. Kim bilir kaç milyon yılların yorgunu dünya bir gün kokuşarak, üstünde yaşayan bütün varlıkları cürufa çevirecektir.

İnsan beynini kurcalayan sorunlardan biri bu! İnternetin kişiyi yanılgılara iten şaşırtmaları da var.

Shakespeare bizde daha çok Romeo ve Juliet, Hamlet, Othello adlı oyunlarıyla tanınıyor. Yıllar önce çevrilmesine karşın Shakespeare’in sonelerinden çok az söz edildi. Oysa her okunuşta insanın düşünce ufkunu genişleten soneler, yaşamı derinliğine algılama yönünden hep el altında tutulmalıdır.

Bu yazıda internetin yanıltıcı bir yönüne değinmek istiyorum. Onlarca sitede, altına “Shakespeare” adı yazılarak bir soneye yer verilmiş. Talât Sait Halman’ın Türkiye İş Bankası Yayınları arasında çıkan Soneler adlı çevirisinde 154 sone var. Sözünü edeceğim sone onlar arasında yok.

Shakespeare uzmanı değilim. Shakespeare’i kendi dilinde izleyecek düzeyde kişilerle bağlantı kurdum. Onunla da yetinmedim, özenli okumalarıyla tanıdığım arkadaşlarıma da sordum. Böyle bir sonenin Shakespeare’le ilgisinin olmayacağını söylediler. Sone diye biçimlenen dizelerin büyük yazarın oyunlarından aktarıldığı olasılığını da düşünmedim değil. Ancak, bu sone, Shakespeare’in erdemli sözlerle yüklü sonelerine pek fazla benzemiyor. Onun, gerçekleri saydam kılmaktaki imge gücü öne çıkar. Bu sone ise öğüt verici bir üslupla biçimlenmiş.

Bu örneği sitelerine koyan kişilerin, her olasılığı düşünerek bir açıklama yapmasını beklemek sanırım okurun hakkıdır.

Soneyi internette yazıldığı gibi aktarıyorum:

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye lâyık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını açmaktan korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Neden kaynağına inmek istiyorum bu sonenin? Gizli dinlemelerle, uydurma belgelerle Türkiye’de bir korku toplumu yaratılmak isteniyor. İnsanları korkuyla sindirip eylemsiz kılacaklarını sanan casus bir ruh dolaşıyor aramızda. Bu düzenlemede vurgulanan korkuların yanında, siyasal erkin hışmına uğrama korkusu da içten içe sezdirilmiyor mu?
Duymuyor musunuz; her yürekte çalıyor çanları korkunun, kimin kulağını patlatacağı belli olmayan çanları...
Kaynağı ne olursa olsun, insanın içindeki korku odakları vurgulanıyor sonede. Uyarlama ya da yakıştırma, zamanı gelmedi mi sözü derinleştirmenin?..
24 EKİM 2010
CUMHURİYET GAZETESİ
PAZAR  EKİ

10 Kasım 2010 Çarşamba

NEREDEN BAKSA GÜZEL ,NEREDEN BAKSAN GÜZEL*

Aramızdan ayrılışının 72.yılında saygıyla ,özlemle anıyoruz,arıyoruz

ATATÜRK


Falih Rıfkı Atay "Çankaya" adlı eserinde anlatıyor;

"Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi.O gece bazı aşırıca sahneler geçti.Gülüşe oynaşa sabahladık.Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı.Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık.Çıkıp gideceğimiz sırada kendisine dedim ki:

-Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdılar.Biz yanınızdayız.Sizi onlardan daha iyi tanıyoruz.Müsaade eder misiniz, Yakup Kadri ile ben hayatınız ve eseriniz hakkında bir kitap hazırlasak?

Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü:

-Dün geceyi yazacak mısınız?

-Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?

-Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki...Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz."

*Yekta Güngör Özden