19 Aralık 2009 Cumartesi

TÜRK MALI

 
   “Yerli Malları Haftası”nın hangi hafta olduğunun, çoğu belleklerden çoktan silinmiş olduğunu düşünürken; birkaç gün önce, okuduğum gazetede dikkatimi çekti, bir belediye başkanının ilanı. Türkiye haritası üzerinde büyük harflerle, “YERLİ MALI KULLAN, İŞÇİN İŞİNDEN OLMASIN!" Gözlerime inanamadım. Tekrar tekrar baktım. Benzer sözleri yakınlarda ne duydum, ne de işittim. İlan, Yerli Malları Haftası kutlaması için verilmiş. Tam adı olmasa da bugünlerde, “Yerli malı kullan,” demek ne kadar önemli, kutladım başkanı. Ucuza gelsin, diye bilmem hangi ülkelerden mal ve hizmet satın almakta yarışan belediyeleri, işadamlarını gördükçe, nasıl kutlamayayım bu ilanı veren; bize, "Üretim, Yatırım, Tüketim Ve Yerli Malları Haftası"nı anımsatan belediye başkanını. Belli ki Atatürk'ün "Türkler, Türk malı alınız, Türk malı kullanınız; Türk parası Türk toprağında kalsın!" sözü tamamen zihinlerden silinmemiş.
       Doksanlı yılların başlarına kadar başta okullar olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşlarda kutlamalar yapılırdı. Bu kutlamalar gerçek amacına yönelikti. Bugün okullarda olduğu gibi ziyafet sofralarına dönüşmeyen bu haftayı, "Yerli Malları Haftası”nı çocuklarımız çeşitli yiyeceklerin bulunduğu sofra olarak görüyor. Keşke o sofralarda sadece ve sadece yerli üretim yiyecekler olabilseydi. “Coca Cola”yı, “Nestle Çikolata”yı, hamburgeri görmeseydi, bilmeselerdi. Anadolu’nun dört köşesinde yetişen meyveleri, sebzeleri ve onlardan yapılan ürünleri tanıyıp, tadabilselerdi.


1940 yıllarında Yerli malları kullanımını teşvik etmek için hazırlanmış bir Sümerbank reklamı *

       "Üretim, Yatırım, Tüketim Ve Yerli Malları Haftası." Önce üreteceksin sonra tüketeceksin. Tüketirken de tasarrufunu yapacaksın. Ürettiğini çarçur etmeyeceksin. Yarına da saklayacaksın. Anımsayalım bankalar teşvik için bu haftalarda, çelikten kumbaralar hediye ederlerdi. Metal paraları içine atar, sallardık. Çın çın ötmesini zevkle dinlerdik.
       Yerli malları üretim ve tüketim savaşı, Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar. Kurtuluş Savaşı, sadece işgalci güçlere karşı verilmedi. Halkı, yok yoksul bırakan tüm güçlere karşı verildi. 1921 yılına kadar Anadolu’da yiyecek dışında hiçbir şey üretilmiyordu. Toplu iğneden otomobile kadar her şey dışarıdan satın alınıp getiriliyordu. Orta Asya’dan dokuma tezgâhlarıyla gelen halkımız, kendi dokumasını bile dokumaz olmuştu. “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl,” anlayışı ile İngiliz kumaşlarını kullanıyordu.

         Hıfzı V. Velidedeoğlu anıları diyordu ki:
“1913’te henüz bir ilkokul çocuğu iken, Orta Anadolu’nun tren uğrağı olmayan kasabasında, her gün babamın yanında, başımızda kırmızı bir fes, elimizdeki zembilin içinde çarşıdan taşıdığım yiyeceklerin arasında Rus şekeri; Amerikan unu bulunduğunu ve babamın ayağına ayakkabı; sırtına çamaşır ve giyecek yapmak için Fransız köselesi ve Fransız patiskası, Amerikan bezi; Alman kumaşı ve başını kapamak için Avusturya fesi aradığını çok iyi hatırlıyorum. Babam bunları arıyordu, çünkü bunların Türk malı olanları yoktu. Hepsi dışarıdan geliyordu.”


 Yeni kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi bir karar aldı. Emperyalizme karşı verilen savaşta, savaşan askerlerimiz emperyalizmin ürettiği kumaştan yapılan asker elbisesi giymemeliydi. Bu durumda unutulmaya bırakılmış dokuma tezgâhları tavan aralarından, ardiyelerden çıkarılmalıydı. Çıkarıldı da. İstanbul’da kibar beylerin, kibar bayanların, "kaba," dedikleri özbeöz Türk kumaşları dokundu. Hünerli Anadolu kadınlarının kınalı parmakları dikti Mehmetçiklerimizin asker giysilerini. Askerlerimiz o giysilerle yurdu savundu ve kurtardı. Şehitlerimiz o giysilerle sonsuzluk uykusuna daldı.




1935 - 40 yılları Nazilli de tutum ve yerli malları haftası kutlamaları*
       Cumhuriyetle birlikte, "Milli Ekonomi," oluşturulmalıydı. Askeri başarılar ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, ekonomik başarılar ile taçlandırılmazlarsa bir anlam ifade edemezdi. Savaş ve yokluk yangınından çıkmış Anadolu Halkı, ekonomi işlerinde ben varım diyemezdi. Diyemedi de. İş Atatürk'ün önderliğinde devlete düşüyordu. Devlet ekonomide var olmalıydı. Kendi tüketeceğini üretmeliydi. Bu yüzden Anadolu’da ilk fabrikalar dokumadan şekere, çimentodan demir çeliğe, devlet eliyle kuruldu. İçlerinde biri var ki benim için çok önemli, Sümerbank. Pamuklu, ipekli, yünlü dokuma fabrikalarının adı. Özelikle beni için dediğim, “Nazilli Sümerbank Basma Sanayi Müessesesi" Türkiye’de kurulan ilk basma kumaş fabrikası. 09 Ekim 1937’de Atatürk kendi elleriyle makinelerin düğmesine basmış. Etraf sessiz, sadece makinelerin sesleri duyuluyor. Uzun bir süre bu sesi dinleyen yüce Atatürk, “Bu ses, duyduğum en güzel musiki sesidir," der. Ben o güzel sesin duyulduğu zamanlarda, emek teri kokusunu pamuk kokusuyla karıştırmış bir babanın kızıyım. Pamuk ve emek teri kokusu baba kokusudur bende. Babasının dokuduğu basmaları giyen şanslı çocuklardan biriyim. Ömrüm oldukça baba ve pamuk kokusu burnumdan hiç gitmeyecek.
       Şimdi arıyorum. Önce doğup büyüdüm yerde Nazilli basmalarını, Bursa'da yünlü ve ipekli dokumaları, Adıyaman'da Maraş'ta pamuklu dokumaları arıyorum, yoklar. O en güzel “musiki sesleri,” susturuldu. Binaları geçmişin en güzel anıları ile baş başa, boynu bükük bırakıldı.
       Yerli Malları Haftasında, “Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı!" sözünü anımsayabiliyor muyuz? Anımsadık diyelim, söyleyebiliyor muyuz?


* Fotoğraflar :http://sumerbank.blogspot.com.tr/,  teşekkürler

19 Aralık 2009 Sarayköy
Arzu Sarıyer

8 yorum:

Newbahar dedi ki...

İllaki ''Nazilli basması'' olacak dedi anneannem. Usta bir terziydi kendi evinde. ''Çocuklar incecik fistanlarla sokağa çıkmasınlar'' dedi daha sonra.
''Sümerbanka bak Zeliha, ordan al''

Zeliha annemdi benim. Yerli mallarının en hakikileriyle büyüdük. Köyde yetişmenin en güzel tarafıydı sanırım. Marka rüzgarına kapılmadan önce az mı giymedik Yeşilyuva babıçlarını:)
Sonra bilirsiniz verimli topraklarımızda yetişen ürünlere kota getirildi, ihraca teşvik yerine ithal eder olduk.
Mis gibi Denizli pidecisinin yerine hamburgeci açılınca, sümerbank kapanınca, basma adını naylon karışımı kumaşlar alınca ''geç mi kaldık'' dedim.
Elalemin festivalleri boy boy ekranlarda ecnebi özentisini artırırken, dizilerle beyinler yıkanırken, çizgi filmlerle çocuklar gerçekten uazaklaşırken, kadın proğramlarıyla kadınlar uyutulurken üstüne üstlük marka bağımlılığı yaygınlaşmakta.
Pazartesi bizim çocuklarda kutlayacaklarmış. Özenle yerli mallarımızı seçip göndericem. Hele bi kola falan almaya kalksın oğluş ''ne güne duruyor Zafer Gazozu''...

Belediye Başkanını ve sizi bu konuda ki duyarlılığınızdan dolayı tebrik ediyorum.

gülsen VAROL dedi ki...

Yerli malı mı kaldı be meslekdaşım?? Elini attığın her şey çin malı!!!! :)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Soylu ırkımızın soylu geçmişi; ne kadar da uzak kaldı bizlere. Uygarlığını baş döndürücü soylu yalanları ne kadar da çok törpülemiş insan tarafımızı...

Saygı ve sevgiler

Arzu Sarıyer dedi ki...

Newbahar'cığım hiçbirşey için geç değil.Tezgahlar yine tavanarasına kalkdı.Gün gelecek yine inecek diyorum.Buldan bezlerimiz direniyor.Ama Nazilli basmasının yerine tutmuyor hiçbirşey.Zafer gozozunu özlemişsin belli.Sevgilerimle hemşerim.

Arzu Sarıyer dedi ki...

Evet Sevgili öğretmenim çok arıyorum yerli ürünleri.Çin ürünlerinden hep nefret etmişimdir.Hep aklıma Ortaasya tarihinde Türk Çin savaşları ve Çin oyunlarını çağrıştırır.Sevgilerimle.

Arzu Sarıyer dedi ki...

Sevgili dostum,sen de çok iyi bilirsin ki emperyalizm topla,tüfekle gelmiyor.Malla geliyor.Sevgiler.

KulturSanatEdebiyat dedi ki...

Merhaba,
Çok güzel yazmışsınız, kaleminize yüreğinize sağlık. Hala umut olduğunu görmek bile mutlu ediyor insanı...

Selamlar, sevgiler
Kamil Akdoğan

Arzu Sarıyer dedi ki...

Çok teşekkürler sevgili dostum.Evet karanlıkda küçük bir ışık da olsa.Umut işte..
Benden de selam ve sevgiler.